KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÇOCUK KAHRAMANLARI

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÇOCUK KAHRAMANLARI

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÇOCUK KAHRAMANLARI

Paşa, çadırında her sabah tuhaf bir acıyla küçük Ali’yi hatırlıyordu

 

Ali durdu; sırtında bombanın tıktıklarını daha hızlanmış gibi işitti.
- Öyleyse, kumandana söyle. Ben Rum değilim!
Tercüman afalladı, gözleri irileşti:
- Ya nesin?
- Türküm!
- Türk mü?
- Evet, Türk!
Ali gülüyordu, göğsü kabarıyordu. Türk sözünü işiten kumandan ayağa kalkmıştı. Tercümandan Ali’nin ne söylediğini anlayınca yüzü kıpkırmızı oldu. Öfkeyle bağırdı. Yaver, elindeki haritayı buruşturuyordu, tercüman da sararmıştı.
- Ne cesaretle buraya geldin? Şimdi kurşuna dizileceksin.
- Beni kurşuna dizemeyeceksiniz.
Ali’nin gözleri büyüdü, bir adım daha ileri yürüdü. Kumandan hemen cebinden bir tabanca çıkardı. Bir kötü saldırıdan korkuyordu. Ali, daha da çok gülüyordu. Tercümana:
- Vakit dar, çabuk söyle, o beni öldüremeyecek, ben onu öldüreceğim, dedi.
Tercümanın çeneleri kilitlendi. Şaşkınlığından bu cümleyi İngilizceye çevirmesine vakit kalmadı.
Türk gözetleme yerlerinden, düşman siperlerinin gerisinde her tarafı sarsan büyük bir patlama gürültüsüyle birlikte bir dumanın havaya yükseldiği görüldü. Dumanların ardından kalkan siyah alevler, akşama kadar sönmedi. Gözetleme subayları, telefonda kumandanlarına:
- İngilizlerin karargahında, kestirilmesi imkansız büyük bir patlama oldu. Ama, bizim mermilerimizin, uçaklarımızın işi değil. Bir kaza sonucu olması ihtimali vardır, diyordu.
Bu patlamanın ve yangının asıl sebebi bir türlü anlaşılamadı. Yalnız Paşa, çadırında her sabah tuhaf bir acıyla küçük Ali’yi hatırlıyor, kurmaylarına:
- "O gönderdiğimiz çocuktan hala haber çıkmadı.
Acaba büyük patlama ve yangında, ona bir şey mi oldu?" diyordu.
(Bitti)