Papaz mektubunda köyün önünden geçen taburların, topların sayısını ihbar ediyordu
Bu adam, işi iyice anladıktan sonra, "Gel bunları yavere söyle" diyerek, onu arkasına taktı. Büyük bir çadırın yanındaki gölgeliğin altında, yatar gibi uzanarak kitap okuyan genç bir subayın önüne götürdü.
Ali, başından geçenleri anlatmaya başladı. Kilisede olup bitenleri, papazın söylediklerini başından sonuna kadar anlattı.
Subay doğrulmuş, okumaktan yorulan gözleri birden parlamıştı. Kendi eliyle Ali’nin poturunu söktü, mektubu çıkardı. Rumca tercümanını çağırttı. Ali ile onu yanına alarak paşanın çadırına götürdü. Paşa, orta boylu topluca bir adamdı. Küçük bir masanın önünde, zayıf bir subayla oturmuş, sigara içiyordu. Yaver onu selamladı. Ali’nin söylediklerini kısaca anlattı. "Mektup da bu" dedi. Paşa, tercümana; "Oku bakalım, nedir?" diyerek kağıdı uzattı.
Tercüman tıpkı Girit göçmenleri gibi söylüyordu. Küçük Ali de çadırdakilerle birlikte mektupta ne yazıldığını işitti. Papaz sekiz aydır köyün önünden geçen taburların, topların sayısını söylüyor, "Daha bizi kurtarmaya gelmeyecek misiniz? Dört gözle sizi bekliyoruz" diyordu.
Ali, okunan ağır iftiraları duydukça; "Yalan yalan!" diye haykırmak istiyordu. Jandarmanın, geçen askerlerin, subayların, Rumlara ne kadar sevgi gösterdiklerini hatırladı.
Papaz, mektubunun sonunda, Ali’yi İngiliz generaline tanıtıyor; "Bu öksüz Rum çocuğu, bizim tarafımızdan yetiştirilmiştir. Her türlü fedakarlığı, hizmeti yapmak için hazırdır. Kendisine güvenebilirsiniz. Türkçeyi de çok iyi bilir, her ne isterseniz yapar. Size Rum kahramanlığının nasıl sonsuz bir yurtseverlik olduğunu gösterir." tavsiyesinde bulunuyordu.
Mektup bitince Paşa, Ali’ye, köye ve papaza ilişkin bir çok şeyler sordu. Sonra karşısında hiç ses çıkarmadan duran yavere dönerek emir verdi:
- Hemen telgrafla, bu casus papazın yakalanmasını yaz, vakit geçmesin.
- Baş üstüne!
Yaver çıkarken, ekledi:
- Bu çocuğa da beş altın ödül ver.
Ama Ali akıllı bir çocuk özgüveni ile:
- Ben para istemem, dedi.
Paşa ayağa kalktı, gözlerine bakarak:
- Ya ne istersin, diye sordu.
- Hizmet etmek isterim.
- Nasıl hizmet?
......
- Küçüksün, savaşamazsın, okuma yazman var mı?
- Azıcık okurum.
- Seni telefoncuların yanına vereyim, telefoncu ol.
Ali yutkundu. O, büyük bir iş yapmak, fedakarlık yapmak, başkalarının yapamayacağı bir şey yapmak istiyordu. Papazın, ruhunun derinliklerinde kopardığı fırtınaların gürültüleri hala dinmemişti. Küçük bir Rum kızının yüzerek düşman gemilerinin altını deldiğini, bir genç Rum’un, üç yüz kişiyle yüzlerce düşmanı bozguna uğratıp, yurdunu kurtardığını unutmuyordu. Bir Türk çocuğu da böyle bir şey yapamaz mıydı?
(Devam edecek)