Ne aç ne de açık kalacağını düşünüyor yapacağı hizmeti aklına getiriyordu
Bir süredir devam ettiğimiz kahramanlıkları dillere destan ’Kurtuluş Savaşı’nın Çocuk Kahramanları’na Çanakkale cephesinde büyük yararlılık gösteren takma adı Aleko olan özbe öz Türk çocuğu Ali’nin öyküsünü Sümeyra Sağlam’ın ’Zaferin Çocukları’adlı kitabından aktaracağız...
Filmlere, romanlara konu olan Aleko ismindeki hikaye, bir Türk çocuğunu anlatır ve bu Türk çocuğunun adı aslında Ali’dir, işte Ali’nin Çanakkale’deki hikayesi:
Küçük Ali, Gelibolu’da bir Rum fırıncısının yanında çalışıyordu. Çanakkale Savaşı çıkınca, ilgililer savaş olacak diyerek, ustasını diğer Rumlarla beraber geçici olarak Anadolu Yakası’na göndermişti. Ali, Gelibolu’da boşta kalınca barınacak bir yer aradı. Bulamadı. Köyüne döndü ama kimseye rastlamadı. Anası, babası Malkara’ya gitmiş olmalıydı. Orada bir akrabaları olduğunu hatırladı. Küçük Ali, Malkara yollarına düştü. Karnı öyle acıkmıştı ki yürüyecek hali kalmamıştı. Derken, yolda bir Rum kafilesine rastladı. Onlara sığındı, kendisini de bir Rum çocuğu olarak tanıttı.
Ali, küçük bir hile ile açlıktan kurtulmuştu; ama yanlarından ayrılamadı. Bir gün bir Rum köyüne geldiler. Başlarında bir papaz onlara liderlik yapıyordu. Bu papaz küçük Ali’yi çok seviyor, ona, "Aleko" ismiyle hitap ediyordu. Bir gün Ali’yi karşısına dikti:
-Sana bir şey söyleyeceğim dedi. Otur karşıma.
Buyurun.
- Sen çok güzel Türkçe biliyorsun.
- Biliyorum.
- Ben Türküm, desen, Türk askerleri kuşkulanmaz, inanırlar.
- Evet.
- Sana bir mektup vereceğim. Bunu poturunun içine dikeceksin. Çanakkale’ye gideceksin. Askerlerin arasından bir yol bulacaksın. İngiliz kumandanına bu mektubu götüreceksin.
-Peki.
- Hiç korkma, vatan, evlatlarının hizmetlerini bekliyor. Milletinin yüreği seninle birliktedir. İngiliz kumandanından bize haber getireceksin. Ne vakit bizi kurtaracaklarını öğreneceksin. Bize müjdeleyeceksin.
- Peki.
Papaz, Ali’nin alnından öptü. Yolda, yiyeceği bitince yiyecek alması için, beş tane de mecidiye verdi.
Kiliseden çıkınca Ali, jandarma karakoluna gidip, İngiliz kumandanına verilecek olan bu mektubu oraya vermeyi düşündü. Ama sonra vazgeçti. Her şey jandarmaların gözleri önünde oluyorken, onlar aldırmıyorlardı. Başını salladı; "Ben bunu Çanakkale’ye, paşaya götürürüm dedi."
Ana yolda hızlı hızlı yürümeye başladı. Hava açıktı. Tekerlek izleri, hayvan izleriyle örtülü yol ıssızdı. Bir gün gitti, iki gün gitti, üç gün gitti... Geceleyin fundalıklarda yatıyor ama korkmuyordu. Şimdi ruhsal gücü çok sağlamdı. Ne aç ne de açık kalacağını düşünüyor, milletine yapacağı hizmeti aklına getiriyordu. Yolda rastladığı askerlerle konuşuyor, Rumlardan duyduğu havadislerin hep tam aksini duyuyordu. İngilizlerin bir adım bile ileri gitme ihtimalleri yoktu. Hepsinin "Türk süngüsü"nden ödleri kopuyor, "daha bir ay bile tutunamazlar" deniliyordu. (Devam edecek)