Çocukların Yunan’a karşı duydukları nefret ve mücadele azmi çok yüksekti
Ona ’Oğlum burada ne yapıyorsun? dedim. ’Vatani vazifemi yapmaya geldim’cevabını verdi. ’Peki hiç muharebeye karıştın mı? Düşmanla cenkleştin mi?’sualime de ’evet’diye katıldığı çarpışmaları, boğuşmaları saymaya başlayınca ben, bu çocuğun karşısında bir parça küçüldüğümü hissettim. Sonra daha ileride yine gaziler arasında ve babasının yanında omuz omuza düşmana karşı harp eden 12 yaşında Feridun isminde bir çocuk gördüm ki! Efendiler, bir diyorum ama hangi bir? Cephede her adımda böyle henüz çocuk denecek yaşta silâha sarılıp canını fedaya gelmiş nice yavrularımız var!”
Muhiddin Baha Bey’in “Hangisini sayayım cephede çocuk denecek yaşta nice yavrularımız var” dediği çocuklardan biri de Emekli Süvari Subayı Süleyman Bey’in oğlu İnegöllü Kamil idi. Bu çocuk bölgedeki pek çok muharebeye katılmış; Cumhuriyet döneminde Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra Harp Okulu’na girmiş ve önceki kahramanlıklarından dolayı kendisine İstiklal Madalyası verilmiştir. İnegöl mıntıkasında muharebelere katılan Albay Rahmi (Apak), bölgedeki kahraman Türk çocuklarının vatan sevgisiyle Yunan’a karşı duydukları nefret ve mücadele azmi ile alakalı şu müthiş hatırasını nakletmiştir: “Siması hâlâ gözlerimin önünde. Sarı saçlı ak yüzlü bir çocuk. Bir evin içinden çıkan (herhalde kendi evi olacak) bir Yunan askerini kovalıyor. Elinde bir balta. Yunan erinden daha hızlı koşuyor. Ona yetişti, kafasına baltayı indirdi. Yunan eri cansız yere yuvarlandı. Kaçan Yunan, arkasına dönüp silâhını veya süngüsünü kullansaydı; bu çocuğu kolayca öldürebilirdi.”
Tarsuslu küçük Mehmet
Tarsuslu Mehmet, Kuva-yı Milliye’ye yemek taşırken kurşun yağmuruna tutulup ağır yaralanmıştır. Konya’da yayınlanan Babalık gazetesinin muhabiri, 2 Temmuz 1921’de, o tarihte Konya’da hastanede tedavi görmekte olan Tarsuslu küçük kahramandan uzun uzadıya şöyle bahsetmiştir: “İşte biz bu menakib-i ulviyenin (ulvi destanın) kahramanları mey (dem) anında bir de Tarsus köylerinden Kahraman Mehmet’i görüyoruz. Küçük kahraman Adana cephesinde düşmanla çarpışıldığı zaman Kuva-yı Milliye efradına yemek taşır ve postacılık vazifesini ifa edermiş. Bir gün yine vazifesini yaparken yüksek ağaçların yeşil dalları arasına tabiye edilmiş (yerleştirilmiş) bir mitralyözün püskürttüğü kurşun yağmuruna tutulmuş. Mehmet’in yanındaki iki arkadaşı kaçabilmişler. Fakat bu küçük yavrucak kaçamamış, ilk kurşun kaba etinden girerek sol kasığı yanından çıkmış; kahraman o sırada can acısıyla bir takla atmış. Bu defa ikinci bir mürüvvetsiz (merhametsiz) kurşun onun sol bacağını yaralamış.
Kahraman olduğu yerde kalmış. Nihayet kendisini almışlar köye götürmüşler, oradan da buraya gönderilmiş. Şimdi hastanede bulunuyor. Birkaç defa ameliyat icra edilmiş. Kahraman küçük yaşıyla o kadar ciddi bir büyük adam ki, konuşurken hatta en gülünecek şeylere bile sırıtkanlık etmiyor. Destan hamasetini adi bir hadise ve her gün olabilir işlerdenmiş gibi anlatıyor. Hatta ameliyat masasında defaatle neşterler yediği halde kendisinden en küçük bir sabırsızlık, hırçınlık, bağırmak-çağırmak, alâim-i işmizaz (ürperti) ve ıstırap göstermemiş. Şimdi bu küçük ” Büyük Gazi “ye verilecek en büyük mükâfat, yaşadığı müddetçe malûl (sakat) kalacağı için tekaüt (emekli) maaşıdır zannındayız. İyilik yapanlar, fedakârlar, mazhar-ı mükâfat olmalıdırlar ki iyiliğin kadri bilinsin.”
(Devam Edecek)