O küçük yaşlarına rağmen tren raylarını sökerek düşmana büyük zayiat verdiler
Kahramanlıkları türkü oldu
Adanalı çocukların da İstiklal Savaşı’nda milli heyecan ve sorumluluk içinde hareket ettiğini dile getiren Köstüklü, şöyle demekte: “12 Haziran 1920’de Fransız ve Ermenilerden oluşan bir grubun Türklere yönelik katliamında, direniş gösteren Türk çocuklarından 10 yaşındaki Mehmet, aldığı kurşun ve süngü yaralarına rağmen hayatta kalmayı başardı, ancak bir bacağını kaybetti. Urfa’da 14 yaşındaki Bozan, Fransızlar kaçarken Kuvayi Milliye önünde harbe katıldı. Bu yavrunun kahramanlığını gören halk, Bozan için türkü bile yaktı.
Sebeke dağından indim dereye/Atılıyor bombalar, bilmem nereye/Türk çeteleri dönmez geriye/Be yürü! Yürü Bozan Yavrum yürü!/Vursun kırsın Fransızları, aslanım yürü...”
Dağdaki askerlere yemek taşıdılar
Çocuk kahramanlarımızla ilgili olarak yaptığımız araştırmada İsmail Çolak’ın “Çocuk Mücahitler” adlı makalesinde destan yazan kahramanlarımıza rastladık İşte onların öyküsü: Maraş müdafaasında,14 yaşındaki Sarıca köylü Ali, bu bölgedeki Türk askerine kılavuzluk görevi yapmıştır. Bir seferinde de düşmanın yolunu kesmek için kendisine verilen köprü uçurma görevini dillere destan bir başarıyla yerine getirmiştir. Daha sonra Yüzbaşı Sıtkı Bey, bu çocuğu evlâtlık almış ve Kuleli Askeri Lisesi’ne kaydettirerek okumasını sağlamıştır. Aralarında Sarı İbrahimli köyünden Duran’ın (Kaleli) da bulunduğu pek çok çocuk dağdaki askere yemek taşıdılar. Verilen talimat gereği o küçük yaşlarına rağmen tren raylarını sökerek düşmanın hareket kabiliyetini önlemeye çalıştılar.
Pulcu Mehmet’in oğlu postacı Niyazi
10 yaşındaki Osmaniyeli Pulcu Mehmet oğlu Niyazi (Akyan) da birçok yeri dolaşmak suretiyle milis kuvvetler arasındaki bilgi alışverişini sağ-layarak adını tarihe yazdırmıştır. Niyazi Akyan, 1991 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda çocuk kahramanların efsanevî gayret ve başarıları hakkında şunları anlatmıştır: “Babam dedi ki, oğlum sana mektup yazayım. Cebelli Yemli Hacı Ali Efendi’ye götür. Hacı Efendi oranın çete başıdır. Mektubu aldım ve Hacı Efendi’ye götürdüm. O da bir mektup yazdı ve bana ’Bunu Hacı Hüseyin Ağaya götür’dedi.
Araplı’da Hüseyin Ağa’yı bulup mektubu verdim. Sonra Kişnaz’a geçtim. Orada Hakkı Efendi ile görüştüm. O bana yol gösterdi. Bahçe’ye geçtim. Orada Mustafa Efendi’yi buldum. Beni atına bindirip Düziçi’ne götürdü.
Orada Sarp’ın ağzına indim. Sarp’ın ağzından Acı Alma mevkiine geldim. Araplı’da Hamza Ağa’nın yanında iki gün kaldım. Daha sonra Osmaniye’ye geldim. Bu kadar dolaşmamın sebebi ise haber götürüp getirmekti. O çevrede kurulan milis kuvvetler arasında mektup taşıyordum. Osmaniye’ye geldiğimde bugünkü Zafer camiinin olduğu yer kilise idi. Ben Ermeni gibi görünerek kiliseye girdim. Ayağımda ham gönden bir çarık, sırtımda yamalıktan oluşan bir kaput vardı. Kilisede bulunan tel örgüleri, Fransız cephanelerini öğrendim.
Onları babama anlattım. Babam da bunları yazarak Küllü’ye Hasan Paşa’nın yanına gönderdi. Böylece istihbarat sağlıyorduk.” (Devam Edecek)