Kurt kuzu masalı veya Türk’ün uyanması
Bu masalı herkes bilir, çok da kullanırız. Ama biz yine de tekrarlayalım.
Kuzu ormanlık yemyeşil bir vadide akan dereden su içiyor. Kuzuyu gören aç kurt, hemen bir bahane uydurup “vaay sen nasıl olur da benim suyumu bulandırırsın” diye öfkelenir. Kuzu masum bir eda ile; “Efendim, ben derenin aşağısındayım. Siz yukarındasınız. Su yukardan geliyor. Nasıl olur da sizin suyunuzu bulandırabilirim?” der.
Kurdun bu defa “Hatırladım bıldır bulandırmıştın.” demesi üzerine kuzunun, “iyi de efendim ben bu yılın kuzusuyum.” cevabını vermesi üzerine bahanelerin tutmadığını, işin uzadığını gören aç kurt, “Öyleyse annen bulandırmıştı” deyip kuzuyu kaptığı gibi ormana dalar.
La Fontaine’nin insanları uyarmak için seçtiği terbiye yolu. Bütün doğu kültürlerinde de görülen “Kıssadan hisse” metodu.
***
Bu masalı neden hatırladım, tam olarak biliyorum. Şu “Yeni Türkiye” masalının etkisi var mı, emin değilim. Hani “vesayet”i kaldırıyoruz bahanesiyle, daha beterini getirmek gibi. “Milletimizin birliğini” sağlıyoruz bahanesiyle (sanki birliği yokmuş), egemeni etnik parçalara ayırmak, “askeri darbeleri önlüyoruz” bahanesiyle devletin temellerini değiştirmeyi hedefleyen, çok daha vahim “sivil” darbeyi başlatmak gibi. “Bağımsız yargı”, “demokratikleşme”, “özgürleşme”, “insan hakları”, “hür basın” derken, geçmişe rahmet okutmak gibi.
Hür basın denilince, söze şu 18’inci Ergenekon (!) dalgasından başlayalım. Gözaltına alınan 11 kişiden eski MİTçi Kaşif Kozinoğlu ve polis memuru Aydın Bıyıklı hariç, hepsi de gazeteci ve Odatv yazarı. İkisi, İklim Bayraktar ve Aydın Bıyıklı, daha savcılıkta serbest bırakıldı. Diğerleri; Soner Yalçın, Prof. Dr. Yalçın Küçük, Müyesser Yıldız, Nedim Şener, Doğan Yurdakul, Ahmet Şık, Sait Çakır, Mümtaz İdil, Coşkun Musluk tutuklandı.
Basın haberlerine göre böyle bir işlem, Cumhuriyet tarihinde ilk defa görülüyor. Yine basın mensuplarının bu şekilde tutuklanmasına karşı gösterilen tepkinin şiddeti ve yaygınlığı da bir ilktir. İçte ve dışta medyanın yanında, ABD ve AB başta bazı devlet ve kuruluşlardan da ilk defa ciddi tepkiler geldi.
Bütün bunlar demokrasi, hür toplum ve insan hakları açısından olumlu görülebilir. Ancak içeride ve dışarıda, aynı isimler üzerinde hayret verici ve düşündürücü bir ayırımcılık yapıldığı görüldü. Bu çevrelerde “gazetecilerin” tutuklanmasına karşı çıkılırken, sadece Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın isimlerinden bahsedilmesi, sanki diğerleri gazeteci değilmiş ve tutuklanmaları normalmiş gibi bir algı yaratılmak istenmesi dikkatleri çekti.
Zihinleri karıştıran bu ikili tutum neyin nesiydi? Bu iki ismin özelliği nedir? Dışarı ve içeride bazı mihraklarla ilişkileri mi var? cinsinden sorular devam ediyor. Diyelim ki bu kişiler, belli odaklarla işbirliği içinde olduğu için destek görmektedirler. Diğerleri, garip Türk Milleti’nin sahipsiz, fedakâr kişileri.
Böyle bir durumda, “basın özgürlüğü” diyenlerin,ilke olarak hür basını savunduklarına inanmak ve itibar etmek mümkün mü? Asla. Çünkü bir oyun oynanıyor, bu oyunda kullanılan malzemeler, insanlığın ortak değerleridir.
Tutuklanan gazetecileri, Müyesser (Yıldız) Uğur hariç, hepsini basından tanıyorum. Müyesser Uğur, yıllarca basın danışmanlığımı yaptığı için, kendisini yakînen biliyorum. Meziyetleri ve Türk Milleti için göze alabilecekleri saymakla bitmez. Merak edenlerin, inandığı gibi, korkusuzca yazdığı pek çok makalesini ve “100 Yılın Hesabı/Türk’ü Tasfiye Projesi” adlı kitabını okumalarını tavsiye ederim.
Temenni edelim ki, yargılanması bu yüzden olmasın.
Müyesser Uğur’u meslektaşı ve arkadaşı Fatma Sibel Yüksek, “Açık İstihbarat” sitesindeki makalesiyle, ustaca, çok duygulu ve muhtevalı bir şekilde anlatmış. Fatma Sibel Yüksek, Çerkez kökenli biri olarak, Türk milletinin asırlardır ortak bir kültür kazanında kaynayarak, nasıl parçalanmaz ve bölünmez bir bütün olduğunu, tarihi gerçeklerle anlatmış. Sağolsun.
Bu milleti seven herkesin altını heyecanla imzalayacağına inandığım bu yazıyı, “açık istihbarat” veya “google” dan okumasını tavsiye ederim.
Sonuç: Görünen o ki, Türk Milletinin birliği ve egemenliği iki çarpık zihniyetin kıskacındadır. Biri siyasetin tepelerine oturmuş, diğeri de piyasalarda dolaşıyor. Buna karşı en önemli çaremiz, Türk insanının uyandırılması ve sandıkta millî görevinin gereğini yapmasıdır.