Kürsülerde kalan namus ve şeref
Garip bir topluluk olduk... Herif rekortmenmiş, ihracat ödülü alıyor ama vergisi yok!.. Hani “Çok ucuza satıp sürümden kazanıyor” desek, yine de vergi çıkması lâzım, hatırı sayılır oranda o da yok... O ‘sürüm’den kazanmasa da, kimisi onun önünde ‘sürünmek’ten kazanıyor... Önüne grup hâlinde yatanlar gidiyor, yerlerine yeni gruplar geliyor...
‘İfrazat’ ödülü vermek gerekene ‘ihracat’ ödülü veriliyor!.. Ödülü verenlerin fotoğraf karesini doldurmuş yüz ifadelerine bakarsanız “Küçük oğlanı evlendirmiş” ailenin mutluluk fotoğrafı!..
O ödül alıyor, vergisi yok da, bir başkasının yemini var, ama namusu ve şerefi yok!.. Eh o zaman yemin de hükümsüz biçimde ‘âdet yerini bulsun’ tekerlemesine dönüşüyor... Kimi ise anayasayı takmadığını hem gösteriyor, hem itiraf ediyor, sonra da o anayasaya sadâkatini namusu ve şerefiyle ispatlıyor!..
Tarafsızlığı üzerine yemin eden kişi ilk önce o tarafsızlığına tecavüz ederken problem çıkmıyor da, kürsü formalitesi için ihraç fazlası haysiyet, şeref ve namusunu feda edenler niye yanlış yapmış olsunlar ki?
* * *
Halka ‘ihtar’ masaları gibi ‘iftar’ masalarında kibir ibadeti yapanlar, yeri gelince ne de güzel anlatıyorlar tevâzuyu, israftan kaçmayı, tevekkülü ve adaleti değil mi? Havuzları dolduran duble yollar yetmez, ‘duble duble’ iftar masaları da sokulmalı ümmetin gözüne gözüne... ‘İbretlik’ çerez parası arabalarla gelinip, üzerine Arakan’ın, Gazze’nin, Tahrir’in eminiz ki hüznü düşmüş o sofralardaydı ümmetin ümidi!.. Kamu parasıyla kurulmuş masalarda sindirime iyi geldiği için Akdeniz mutfağı ağırlıklı iftar sofralarını sahabenin aktardığı yemek duasıyla bitirmekti Ramazan!..
* * *
Bazıları da İstiklâl Marşı’na eşlik etmeyenlerden rahatsız!.. Çok şaşırıyorlar... Esas şaşırılması gereken, onların İstiklâl Marşı’na eşlik etmemeleri mi, yoksa şaşıranların şaşkınlığı mı? Türkiyelileşme zokası buraya kadardı!.. Okulundaki bayrağı göndere çektiği için şehit edilmiş bunca öğretmen varken, terörist çizginin siyasî uzantısından bayrağa ve marşa saygı beklemek, eşlik etmesini ummak, ‘dünya aptallık literatürü’ne girecek kadar uç bir örnek değil de ne?
Terör örgütü silah bırakmayacağını açık açık dillendirirken bile, o örgütün silah bırakacağı tarihleri vere vere gazetecilik yapan hokkabazların adam kandırabildiği bir ülke burası!.. Namlu devletin şakağına dayanmış, o namluyu millete ‘barış çubuğu’ gibi kasanların şimdi bir kısmı milletvekili oldu üstün başarıları sayesinde!.. Ya silahlar? Silahların hepsi yerli yerinde, üstelik takviye edilmiş şekilde!..
* * *
Demokrasi ülkenin başkentinde ‘top’ edilirken, ‘hayret ede ede’ kafasını sallayıp, parmak basan irade, şimdi ‘demokrat’ kimliğiyle sıra kolluyor!.. Bunlara sürekli yenilenler de olmayan başarılarını pazarlıyorlar kendi seçmenlerine... Bir gariplik de burada var... Kime şaşırmak lâzım, başarı veya başarısızlığın ne olduğunu değerlendirme kudretini kaybetmiş kimi seçmen tabanlarına mı, yoksa habbeyi kubbe yapma konusunda uzmanlaşmış büyükler ve kurmaylarına mı?
Her taraftan çelişki fışkırıyor... ‘Vesikalı hırsız’, ‘ödüllü hayırsever’e dönüşüyor cinnete davetiye çıkarırcasına... Yakalayanlar ’mahkûm’, yakalanan nişan sahibi ’kahraman’!..
Akıl veren hocalar trilyonluk telifler peşinde, garibanın payına düşen ise ‘kuru ekmek arası hırka’dan tevekkül çıkarmak!.. ‘Resmen’ en büyük alimimizin dili Arakan’da mazlumlar coğrafyasında, gözü ve eli ise şatafatlı sofralar, konaklar ve binitlerde!..
“Ben terör örgütü silah bırakacak diye halkımı kandırdım” veya “Kandırılmasına vesile oldum” diyen bir tek ahlâklı, erdemli, namuslu, şerefli siyasetçi veya gazeteci var mı? Yok!.. Peki kandırılmış olmaktan dolayı hesap sormaya kalkan bir kültür sahibi var mı? Varsa kaç kişi?
Madem ki her topluluk lâyık olduğu gibi idare olunur, hiç şaşırmamak lâzım bu çelişkilerle dolu tabloya... Namus ve şeref üzerine edilen yemin bu durumda teferruat kalıyor!..