Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN
Ahmet B. ERCİLASUN

Kur’an tercümeleri ve yeni bir meal

Su sözleri bilir bilmez kimselerden çok duyarız: Kur’an Türkçeye çevrilmeli; onu okuyup anlamalıyız. Bir zamanlar bir siyasetçi bile buna benzer şeyleri yüksek sesle söylemişti.
Bu sözlerin hiçbir anlamı yoktur. Türkler 10. yüzyılda Müslüman oldular ve o tarihlerden beri Kur’an yüzlerce defa Türkçeye çevrildi. İlk tercümeler Karahanlı dönemine, 10. veya 11. asra aittir. Bu tercümelerde iri harflerle Arapça ayetler yazılmış, Arapça kelimelerin altında da daha küçük harflerle Türkçesi verilmiştir. Söz gelişi el-hamdü kelimesinin altına “şükr ü sipâs, ögdi” yazılmıştır. Lillah kelimesinin altına “Tengrika” yazılmıştır. Ögdi, “övgü”, Tengrika “Tanrı’ya, Allah’a”  demektir. Bu tür tercümelere satır altı tercüme denir. Bunların en eski ve güzellerinden biri Türk-İslam Eserleri Müzesi’ndedir.
Osmanlılar zamanında yapılmış ilk satır altı Kur’an tercümesi 15. yüzyılın başlarına aittir. Bu tercümeyi yapan Muhammed bin Hamza büyük ihtimalle ilk Osmanlı Şeyhülislamı olan Muhammed bin Hamza el-Fenârî, yani Molla Fenârî’dir. Orada da el-hamdü lillah kelimelerinin altında  “ögmek Tangrınungdur”  yazar. Görüldüğü gibi Karahanlı devri mütercimi de, Muhammed bin Hamza da Allah kelimesini Tanrı sözüyle Türkçeye çevirmekte sakınca görmemişlerdir. Bugünün Müslümanları Tanrı deyince köpürüyorlar; çünkü onlar, Muhammed bin Hamza’dan da Yunus Emre’den de daha fazla Müslümandırlar (!).
Muhammed bin Hamza’nın satır altı tercümesi de Türk-İslam Eserleri Müzesi’ndedir. Ahmet Topaloğlu’nun bu eser üzerindeki ilmî çalışması 1976’da MAB tarafından yayımlanmıştır.
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde de pek çok tercüme, meal ve tefsir yapılmıştır. Son zamanlarda yüce Kur’an, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur, Azerbaycan Türkçelerine  çevrilmiştir. Ben yıllardan beri tarihî tercümelerle lehçelerle yapılan bugünkü tercümeleri  “Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri” derslerinde okutmaktayım.
Yeni meal,  “Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumlu Meâli” adını taşımaktadır. Üç ilahiyatçı profesör, Abdülkadir Şener, Cemal Sofuoğlu ve Mustafa Yıldırım tarafından sekiz yıl çalışılarak hazırlanan eser 2009 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’nca basılmıştır. Meal’in açık ve anlaşılır bir Türkçesi vardır. Bazılarının zannettiği gibi, Kur’an’ı çevirmek için yalnız iyi Arapça bilmek yetmez. Hedef dil olan Türkçeyi de iyi bilmek gerekir. Elimizdeki meal, dilinin temizliği, anlaşılırlığı ve açıklığıyla dikkati çekmektedir. Anlaşılır olmayı sağlamak için çeviricilerin parantez içi açıklamalara ve dip notlara yer vermeleri de uygun olmuştur. Veciz bir edebî metin için de zaten başka türlüsü mümkün değildir. Evet, Kur’an vecizdir ve birçok edebî san’atı, deyimi bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar bilinmezse yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. Mesela müddessir, kelime anlamıyla “elbise giyinen ve ona bürünen kimse” demektir. Ancak peygamber döneminde “yeni bir görev yüklenmek” anlamında deyim olarak da kullanılıyordu. Dolayısıyla çeviricilerin yâ eyyühe’l-müddessir ayetini, “ey örtüye bürünen” yerine Türkçe bir deyimden de faydalanarak “ey peygamberlik gömleğini giyen kişi!” şeklinde çevirmeleri daha anlamlı olmaktadır. Çünkü ardından gelen ayette “kalk ve insanları uyarmaya başla”  denilmektedir.
Yeni teknikler, Arapça metinle Türkçe meali aynı sayfaya yerleştirme imkânı sağlamışlardır. Bu mealde de son derece güzel bir sayfa düzenlemesiyle Arapça metinle Türkçesi bir araya getirilmiştir. Üstelik bazen uzunca olan dip notları da bu düzeni bozamamıştır.
Eserin başında yer alan alfabetik indeks de önemlidir. Bu sayede merak ettiğimiz herhangi bir konunun hangi surenin hangi ayetinde geçtiğini rahatça buluruz. Mesela son yılların en gözde konularından biri olan tesettür/örtünme konusunu merak edenler alfabetik indeksteki  “örtünme” maddesine bakacaklar ve orada 24. surenin 31. ve 60. ayetiyle 33. surenin 33. ayetinde bu konunun ele alındığını göreceklerdir. Bence okuyucular, bilir bilmez insanların yaptığı yorumlar yerine bu ayetlere baksınlar.
İlahiyat alanında artık iyi bilginler yetişmiştir. Falan veya filan hocanın ağzına bakmak yerine ilim adamlarımıza kulak vermeli, onların eserlerini okumalıyız. Üç ilahiyatçımızı kutlarız.

Yazarın Diğer Yazıları