Gündelik hayatımızda sıkça kullanılmakta olduğuna sıkça şahit olduğumuz moda, modern ve modernleşmeyi ifade düşüncesiyle çağdaş, çağdaşlık ve çağdaşlaşma kavramlarını kullanmaktadırlar. Aslında söz konusu kavramlar, kullanılışları itibarıyla biri birine yakın gibi görünse doğurmuş oldukları sonuçlar yönüyle taban tabana zıt kavramlardır. Ancak çoğu zaman bazı çevreler günlük hayatlarındaki değişiklikleri ifade için söz konusu kavramlardan birini veya kuvvetlendirme düşüncesiyle, bilmeden veya farkında olmadan modernleşme ve çağdaşlaşma veya türevlerini maalesef bir arada kullanmaktadırlar. Görünüş itibarıyla her iki kavram ve haliyle türevleri bir değişimi ifade için kullanılmaktadır. Söz konusu yanılış kullanımlar özellikle eğitim-öğretim kurumlarımızda yaygın olarak kullanılmakta olması da ayrı bir garabet olarak görülmektedir.
Türkiye’de başlatılmış olan çağdaşlaşma hareketleri ATATÜRK sonrasında hemen her konuda peyder pey önem ve özelliğinden maalesef uzaklaştırılmıştır. Başka bir ifadeyle ülkemizdeki kültürel yapı yanında kurum ve kuruluşlar modernleşme temelinde bir değişim sürecine sürüklenmiştir. Söz konusu değişimler yani modernleşme konusunda sanırım ilk sırayı eğitim-öğretim kurumları almaktadır. Eğitim-öğretim kurumlarındaki değişim hadisesi, bir yandan yöneticiler diğer yandan öğretmenler ve haliyle öğrenciler bu değişimlere ayak uydurmada güçlük çekmektedirler. Söz konusu değişimlerin hedef kitlesi konumundaki öğrencilerimizin durumları tek kelimeyle yürekler acısıdır. Ülkemizde yaklaşık olarak 18 yıldan beri aynı siyasi iktidarın Milli Eğitim Bakanları eğitim hayatımızın hemen her alanında yaşanmakta olan hızlı değişimin öncüleri olarak görülmektedirler. Anılan süreçte aynı siyasi partinin iktidarında yaklaşık olarak altı Milli Eğitim Bakanı hizmet vermiştir. Ancak Sayın Bakanlar, görevleri boyunca birbiri ardınca bıkıp-usanmadan; eğitim-öğretim sistemini, müfredat, ders konuları ve kitapları merkezli adeta bir değişim seferberliği içinde olmadıkları söylenebilir mi? Konuyla ilgili uzmanlar bu değişimi yaz-boz tahtası söylemiyle ifade etmektedirler.
Ancak ülkemizde yukarıda ifade etmeye çalıştığımız eğitim-öğretimdeki hızlı değişim sürecine rağmen ulusal ve uluslararası eğitim-öğretim değerlendirme kurumları merkezli alınan sonuçlar söz konusu değişimlerle çocuklarımıza çağdaş manada eğitim verilmediğinin ölçüsü değil mi? Zira eğitim-öğretim kurumları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde başlatılmış olan çağdaş eğitimden hızlı bir şekilde uzaklaştırıldı. Yerine batı ve yeni dünya modeli temelinde bir modernleşme sürecine mahkûm edildi. Şu hâlde Türk eğitim-öğretim sistemi, modernleşme temelindeki değişimi, okul öncesinden üniversiteye uzanan çizgide sürdürmektedir. Söz konusu değişimler aynı siyasi iktidarın birbiri ardınca göreve getirmiş olduğu Milli Eğitim Bakanlarınca yapılmış olan değişiklikler olmasına rağmen Türk eğitim-öğretim sisteminde olumlu manada bir gelişmeden söz edilebilir mi? Son yıllarda uluslararası bir araştırma kurumu olarak bilinen PİSA kayıtlarına göre mevcut orta öğretim kurumlarımızdaki öğrencilerimizin uluslararası başarı düzeyleri son derece düşük olduğu görülmektedir. Aynı şekilde sayıları hızla artmasına hatta her il merkezine bir üniversite açılmasına rağmen uluslararasında ilk 100 ve 500 sıralardaki üniversitelerimizin sayılarının artması bir yana hızla azalmaktadır. Üniversite mezunu işsiz gençlerimizin durumları hiç de iç acıcı değildir.
Aslında Türk-eğitim öğretim sistemi kuruluş dönemi ve takip eden onlu yıllarda çağdaşlaşma temelinde hızlı bir gelişme ve haliyle değişme süreci yaşamıştır. Ancak zaman içinde peyder pey milli olan sistemler hızlı bir şekilde modernleşme temelinde değişime uğratılmıştır. Söz konusu değişimlerin en bariz örneklerinden birisi yapay bir gerekçeyle meslek okullarının müfredatlarının değiştirilme hadisesidir. Böylece meslek okullarındaki haftalık meslekî dersler yani pratik uygulama, atölye vb. derslerin oranları %70’den %30’lara çekilmiş, akademik derslerin oranları da %30’lardan %70’lere yükseltilmek suretiyle öğrencilerin üniversitelere yerleşmeleri konusunda şansları artırılmış oluyordu. Günümüzde meslek okulu mezunlarının meslekî konuda pratiklerinin eksik olması toplumun bütün kesimlerini yakından ilgilendirmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Cumhuriyet Türkiye’sinin sanat okulları (orta ve lise) ve yüksek tekniker okulları ülkemizin küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarının ve iş dünyasının ihtiyacını karşılıyordu. Bugün gelinen noktada iş ve sanayi kuruluşları bırakınız meslek okullarını Meslek Yüksek Okulu hatta fakülte mezunlarının eğitimlerini haklı olarak yetersiz görmektedirler. Çünkü meslek okulları, Meslek Yüksek Okulları ve fakültelerimizde verilmekte olan eğitimin çağımızın ihtiyacına göre akil v e bilim merkezli bir gelişme yani çağdaş eğitimden hızla uzaklaşılmıştır.
Konuyu tarihî zeminde ele alacak olursak; insanlık tarihinde bilim, düşünce ve kültür hayatındaki gelişmeleri ifade için kullanılan Rönesans hareketi bir çağdaşlaşma olayıdır. Osmanlı Devleti, hemen her konuda rekabet ve hatta mücadele halinde olduğu batı dünyasındaki Rönesans hareketini Türk Rönesans hareketi olarak kendi değerleri merkezli hayata geçirememiştir. Söz konusu durum, merhum Mehmet Akif ERSOY’UN ifadesiyle ASRIN İCABINA GÖRE GEREKLİ GELİŞMELER YAPILAMADIĞI, sadece ve sadece kurumsal manada değişikliklerle hızla gelişen dünya karşısında sürekli olarak gerilerde kalmaya mahkûm edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN başlatmış olduğu hareket gerçek manada Türk çağdaşlaşma hareketidir. Türkiye Cumhuriyeti, ATATÜRK sonrasında, hemen her konuda çağdaşlaşma sürecinden hızla moda, modernlik ve modernleşme temelinde bir değişim sürecine sürüklenmiştir. Modernleşmeye bağlı olarak son yıllarda bizi biz yapan değerler hızla aşındırılmakta ve adeta kaybolmaktadır. Şu hâlde Türkiye Cumhuriyeti hemen bütün kurum-kuruluşlarını öncelikli olarak kuruluş ayarlarına dönüştürmeli ve çağımızın ihtiyacına cevap verecek şekilde akıl-bilim merkezli bir çağdaşlaşmayı hayata geçirmelidir. Bunun manası kendi öz değerlerini, kurum-kuruluşlarını, çağımız insanlarının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde geliştirmeye yönelik çareleri, mevcut modernleşme hastalığının tedavi yöntemidir. Bu yüzden önceliğimiz; değer hükümlerini, kültür unsurlarını ve kurumlarını başkaları merkezli değişim yani modernleşme hastalığından kurtulması ve çağdaşlaşma yolunda gerekli adımların atılması söz konusu çıkmazların yegâne çıkış yolu olacaktır