Külahım mutasyona uğramak zorunda
Her şeyi külahıma anlatıyorlar ya... Külahımda anlama zorluğu belirmeye başladı. Eğer mutasyon geçirmezse külahım yok olup gidecek. Sadece kendisi yok olmayacak; bütün soyu sopu da kuruyacak. Hani şu aşılara karşı mutasyon geçiren mikroplar var ya, külahım da öyle bir mutasyon geçirmeli ki yok olmasın.
Şu paranoya lafları çok sık kullanılmaya başladığı zaman var ya; işte o zaman benim külahım idrak zorluğu ile karşılaştı. “Bunlar ülkeyi bölmek istiyorlar.” diyenlere karşı “Ne bölünmesi canım, paranoyak olmayın.” filan diye cevap veriyorlardı ya. Ama bir yandan da demokratik özerklikten, statüden, ayrı meclis ve güvenlik güçlerinden dem vuruyorlardı. Hâliyle benim külahımda bir algı zorluğu belirmiş; bazı şeyleri anlayamaz olmuştu.
Bugünlerde ise... Külahım tepe taklak yere yuvarlandı. Algılamaya, anlamaya çalışıyor; kıvranıyor, debeleniyor; fakat bir türlü anlayamıyor.
Şimdi bir takım polisler bir operasyon yaptılar ya. İş adamları, bürokratlar, bakan çocukları filan. İçişleri Bakanının oğlu da göz altına alındı bu arada. Eh, benim külahım da olayları seyrediyor. “Acaba diyor, soruşturmanın selameti için bu bakanlar istifa ederler mi?” Bir de ne duysun! Bakanların başı konuşuyor ve şöyle diyor: “Nerede benzer şeyler varsa gereğini valilerimiz, Emniyet Genel Müdürlüğümüz, İçişleri Bakanlığımız yapacaklardır. Bu iş siyasi mühendisliktir. Buna fırsat vermeyeceğiz.” Emniyetteki değişikliklerden bahsederken söylüyor bunu. Hani operasyonu yürüten veya operasyona engel olmayan onlarca polis görevden alındı ya, bundan bahsediyor. Benim külahım bir doksan yere uzandı vallahi. İçişleri bakanının oğlunu göz altına alıyorlar; sonra da İçişleri Bakanlığımız gerekeni yapıp o polisleri görevden alıyor. Külahımın yere uzanması bundan değil aslında. Hani bazı iktidar yetkilileri “Sonuna kadar gidilsin, her şey aydınlansın.” falan diyorlar ya; bunlar da benim külahımın belleğinde ya, bakanlar başının sözlerini duyduğunda bayılayazdı. Neyse ki sadece bir doksan yere uzanmakla atlattı vartayı.
Sonra şu savcılar da görevden alınmamış canım; dosya onların elinden alınmış. Alınmış da başsavcıya verilmiş. Bir de yeni atanan iki savcıya. E şimdi ne yapsın benim külahım? Bu sefer şaşkınlıktan dilini yutayazdı. Neyse ki Deniz Feneri savcıları aklına geldi de dilini yutmaktan kurtuldu. Hani Deniz Feneri’nin savcılarını görevden almakla yetinmemişlerdi de bir de üstüne üstlük adamları yargılamaya başlamışlardı. Bu operasyonun savcıları hiç olmazsa yerlerinde duruyorlar; daha ne olsun? Sabah giderler işlerine, oturup çaylarını içerler, akşam da evlerine dönerler.
Şu Hocaefendi de âlem vallahi. Bunların işi gücü hizmet ya, basında da, siyasette de, poliste de, yargıda da hizmet edip duruyorlar. Ediyorlar da “Bu işlerle bizim ilgimiz yok.” filan diye avukatlarına açıklama yaptırmıyorlar mı benim külahım yine aptallaşıyor. Hocaefendinin avukatı bir yandan “Müvekkilimin soruşturmayı yapanlarla hiçbir ilgi ve bilgisi yok... Toplumda müvekkilim aleyhinde bir algı oluşturmaya çalışan hukuka aykırı yayınlar son derece esef vericidir.” diyor; bir yandan da “Bu tür söylemler... kamuoyunun dikkatini soruşturmadan ve suçlamaların muhtevasından uzaklaştırmayı hedeflemektedir.” diye ekliyor. Yani “ey kamuoyu, sen suçlamaların muhtevasına bak; neler yapmışlar neler...” E şimdi bu söylemler karşısında benim külahımdan doğru dürüst bir algı bekleyebilir misiniz? Vallahi bakanları başı da “kirli oyun, tuzak, iç ve dış odaklar, çeteler, devlet içinde devlet” demesin de ne desin?
İyi dinle benim külahım, yaşamak ve soyunu sürdürmek istiyorsan bu söylemlere karşı kendini ayarlamaya, uyum sağlamaya ve uyum sağlamak için de ciddi bir mutasyon geçirmeye bak!