KPSS’de kopyacılık ve anılarım
Liseler, üniversiteler, memur sınavları derken çok şükür sınav mevsimini bitirdik. Darısı yeni sınavların başına!... Ben sınavlardan korkarım... Hatta Napolyon bile korkarmış! Okulda iken kabustu.. Bu yaşa geldim bazen rüyalarımda bile sınava girdiğimi görür, kan ter içinde uyanırım... Özellikle matematik ve kimya sınavları.. Soluk soluğa uyanıyorum; matematikten logaritma ve kimyadan da elementler tablosu sorulunca hep bütünlemeye kalırdım, ancak özel ders alarak sınıf geçerdim! Kimyadan ikinci defa başarısız olunca okuldan atılmak söz konusu idi. Amerikalı hocam Profesör Foks’a yalvardım, mezun olduktan sonra kimya ile uğraşmayacağıma dair söz verince o da beni geçirdi. Yıllar sonra New York’ta rastladım. İlk sözü: “İnşallah kimyager filan olmadın değil mi?” oldu.
KPSS’de akıl almaz kopya yöntemi uygulanmış cep telefonları vasıtasıyla... Sınava girenlere, otel odasından ve sınavın yapıldığı üniversitenin önündeki bir otomobil içinden sorular ve yanıtları ulaştırılmış...
Yaratıcı milletiz; şeytanın aklına gelmeyen Türk’ün aklına gelir.
Sınavlarda kopyacılık aslında sahtekarlık, başkalarının hakkını yemek ama okulda hiç kopya çekmedim, kopya vermedim, almadım diyen varsa beri gelsin.
Rivayet olunur ki teknik, teknolojik kopyacılık ilk kez olmuyor. 1940’lı yıllarda Galatasaray Lisesi’nde telsizle kopya çekilmiş.
İtiraf edeyim ben hiç kopya çekmedim diyemeyeceğim. Ama pek beceremedim, yakalandım. Fransızca dersimizde hocamız, esprisi olmayan bir İsviçreliydi. Galiba palamut dediğimiz pusulaları gizlice çıkarır ve cevapları yazardık. Ben palamutları kalın kağıtlara yazmışım. Haşır huşur seslerini hocamın duymamasına imkan yok ama, hoca oralı olmuyor, hatta palamutu yere düşürdüm, geldi yerden aldı bana verdi. Galiba bana ders vermek istemişti. Tabii çok mahcup oldum...
Kopya yapmayan beri gelsin demiştim... Bizim sınıfta kopya yapmayan iki kişi vardı, biri Bülent Ecevit diğeri ileride İstanbul’a belediye başkanı olacak olan Ahmet İsvan. Ecevit siyaset hayatında olduğu gibi, okuldayken de haksızlığa tahammül edemez, yaramazlık yapmanın yollarını bilmez, bizleri yadırgardı...
Ama şimdi açıklayabilirim ikisi de bizlerle beraber bir kopyacılık olayına iştirak ettiler. Robert Kolej’de mühendislik bölümündeki sınıf arkadaşlarımızın zorlu bir imtihanları vardı. Yer seviyesindeki bir salonda. Doğru ve yanlış yöntemiyle matematiksel soruların rakamlı cevaplarını vereceğiz.
Her düdük bir numara
Şöyle bir düzen kurduk. İmtihanı ilk bitiren başarılı öğrenci cevaplarla çıktı. İçimizden biri yönetici olarak harekatı idare ediyor. Hepimiz ayrı bir sayıyı temsil ediyoruz. Mesela Ahmet “1”, Bülent “2”, yönetici elindeki cevaplara bakarak boynundaki düdüğü çalıyor yani birinci soru... Sonra gene onun yönetmesiyle cevapları belirleyen rakamları temsil edenler sırayla camın önünden geçiyorlar ve sınavdakiler de bunlara bakarak cevapları yazıyorlar.
Bir düdük daha ve ikinci yanıt. Böylece operasyon çok başarılı oldu. Ne var ki öğretmenler bu düdük seslerinden ve özellikle Ahmet’in camın önünden çok sık geçmesinden şüphelenmişler. Bizleri sorguya çektiler. Ser verdik sır vermedik ama, mezun olduktan sonra söyleriz dedik. Ve söyledik. Amerikalılar hem güldüler, şaşırdılar ama yönteme de hayran oldular. Bu arada tabii ki kızdılar da... Ama yapacakları bir şey kalmamıştı.
Ben gene de gençlere; bizim dediklerimizi yapmalarını yaptıklarımızı yapmamalarını tavsiye ederim. Siz siz olun, kopyacılık sahtekarlığı yapmayın... İçinize, vicdanınıza azap olur...
Robert Kolej günlerimden bir hatıra; Ön sırada oturanlar sol başta Bülent Ecevit, Haluk Erkmen ve Nezih Neyzi. Onların arkasında solda ben, yanımda Ahmet İsvan