Kötülük Problemi ve Varlığın Birliği – Ozan İşleten

Kötülük Problemi ve Varlığın Birliği – Ozan İşleten

Kötülük ve kötülüğün kaynağı problemi tüm inançların ve dinlerin cevap aradığı bir olgudur. Hayatın akışı içerisinde meydana gelen musibetler sonucunda, masumların zarar görmesi ile merhametli ve kudret sahibi bir Tanrı arasında kurulan ilişki sorgulanmaktadır. Bu mesele birçok kişiyi tanrıtanımazlığa itmektedir. Bilimsel araştırmalar ve inancımız çerçevesinde bu konuyu irdelemeye çalışacağız.

Küçük Einstein’ın öğretmeni sınıfta Tanrı’nın yokluğunu ispat etmeye çalışmaktadır.

Profesör : Eğer Tanrı varsa kötüdür. Tanrı yaratılmış her şeyi yaratan mıdır? Eğer Tanrı her şeyi yaratmışsa kötülüğü de o yaratmıştır. Bu da demek oluyor ki Tanrı kötüdür.

Küçük Einstein : Pardon Profesör ! Soğuk gerçekten var mıdır?

Profesör : Sen hiç soğukta bulunmadın mı? Tabii ki vardır. Ne tür bir soru bu!

Küçük Einstein: Hayır efendim aslında soğukluk diye bir şey yoktur. Fizik kanunlarına göre gerçekte bize soğuğu düşündüren şey ısının yokluğudur. Profesör, gerçekte karanlık var mıdır?

Profesör : Tabii ki vardır.

Küçük Einstein : Yanılıyorsunuz efendim. Karanlık da gerçekte var olmayan bir kavramdır. Karanlık aslında ışığın yokluğudur. Işık üzerinde çalışabileceğimiz bir konu ama karanlık değil. Kötülük yoktur tıpkı soğuk ve karanlık gibi. Tanrı kötülüğü yaratmadı. Kötülük sadece bir insanın kalbinde Tanrı sevgisi olmadan gerçekleştirdiği şeylerden ibarettir.

Einstein, George Sylvester Viereck‘e 1930 yılında verdiği röportajda Tanrı inancını şu şekilde özetlemiştir: “Ben ateist değilim. Kendime bir panteist de diyebileceğimi de düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye girmiş küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir, nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk kitapların sıralamasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder ama ne olduğunu bilmez. Bu durum bana göre en zeki insanın bile Tanrı’ya göstereceği yaklaşımdır. Biz evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz.” [1] demektedir.

Bir yaratıcı var mı, varsa neden kötülük var sorusu eski bir sorudur. 160 IQ seviyesi ile Einstein’ın beyin sınırlarını zorladığı bu hususta bizim de inancımız çerçevesinde bir şeyler söylememiz gerekmektedir.

İslam’ın Türk yorumuna göre Tanrı sonsuz boyuttaki sonsuzluktur ve varlığı yoktan değil kendisinden yaratmıştır. Bu İslam öncesi Türk inancında da böyle idi. Zaten kadim inancımız o kadar güçlüdür ki, tüm dinler içeresinde yaşayabilir.

Türkler ’in başlangıçtaki Müslümanlığı Mansuri Müslümanlıktır. Türkler Araplar ile yıllarca savaşmış, ancak bu savaşlar neticesinde kılıç zoru ile Müslüman olmamış boyun eğmemiştir.

Onlar, katı müteşerri bir İslam’dan ziyade Tanrı sevgisine dayalı, esnek ve Vahdeti Vücut çizgisindeki bir Müslümanlığı kabul ederek Horasan Erenleri vasıtası ile kitleler halinde İslam’ı kabul etmişlerdir.

Vahdeti Vücut inancına göre Tanrı, varlığı kendinden yaratmıştır. Yarattıklarında açığa çıkmış, onların içinde de kendisini gizlemiştir. Görünen bütün nesneler Tanrı’nın görüntüsüdür. Bütün nesnelerde Tanrı’nın sonsuz tini vardır.

Öyle ise varlık bir bütünlük arz etmektedir.

İnsan beyni evrendeki en karmaşık sistemdir. Beynimizde, içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisindeki yıldız sayısı kadar nöron vardır ve bunlar bir ağ gibi birbirine bağlanmış vaziyettedir.

İtalya’dan astrofizikçi ve beyin bilimci iki bilim insanı “The Quantitative Comparison Between the Neuronal Network and the Cosmic Web - Nöronal Ağ ve Kozmik Ağ Arasındaki Sayısal Karşılaştırma” konulu araştırmalarında kozmik ağ ve nöronal ağ arasında sayısal bir karşılaştırma yaparak, nöronların sinatrik bağlantıları ile galaksi kümeleri ve aralarındaki madde ve karanlık madde flamentlerinin arasında müthiş bir benzerlik keşfettiler. [2]

Yeni bir şeyler öğrendikçe hatta bu yazıyı okurken beynimizdeki nöronlar arasında akson ve dendritler aracılığı ile yeni yeni bağlar oluşturuluyoruz ve yaşamımız boyunca oluşturduğumuz trilyonlarca bağlantı ile bir dünya görüşü oluşturuyor çevremizi hatta evreni algılıyoruz.

Ulaştığımız gözlemleme teknolojisi ile gözlemlenebilir evren içinde trilyonlarca galaksi ve her galakside milyarlarca yıldız olduğunu biliyoruz. Birbirine yakın galaksiler, örneğin bizim galaksimiz olan Samanyolu bize en yakın olan galaksi Andromeda, kendilerine yakın diğer galaksiler ile bir grup oluşturuyor ve bunlar da diğer lokal gruplar ile bir küme oluşturuyorlar. Biz Virgo kümesinin bir parçasıyız. Bizim dahil olduğumuz küme küçük sayılabilecek bir küme, tespit edilebilen en büyük küme ise Messier87. Uydular,gezegenler, yıldızlar, güneş sistemleri, galaksiler, galaksi grupları ve kümeler… Bu grupların ve kümelerin arası boş değil aynı beyin korteksi yapısında nasıl akson ve dentritler aracılığı ile trilyonlarca bağlantı varsa evrende de bu grup ve kümeler de madde ve karanlık madde flamentlerı ile yani manyetik bağlar ile birbirine bağlıdır.

Beyin ve evren farklı süreçlerden geçerek, biri biyolojik diğeri kütle çekimi ile, ama her ikisi de benzer tarzda şekilleniyor.

İtalyan bilim insanları yaptıkları bu araştırmada, nöronal ve kozmik ağların boyutları arasında devasa farklar olsa da dokuları arasında hem görsel hem de sayısal açıdan ciddi bir oransal benzerlik buluyorlar.

Araştırmadan çıkan birkaç ilginç sonuç daha var. Simüle edilmiş kozmik ağı haritalamak için gereken bilgisayar verisi miktarı yaklaşık olarak insan beyninin bellek depolama sınırı kadar.

Gene beynimizin %77 ‘si su iken evren’in %77’si karanlık enerji ve karanlık madde olarak tespit ediliyor.

Buradan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz

Evren dediğimiz şey, düşünen bağlantı kuran yüksek bir bilinçtir ve tüm yaratılmışlarla insan bu büyük bilincin bir alt kümesi ve elemanıdır.

Peki o halde her şeyi yaratan Tanrı kötülüğü de mi yaratmıştır?

İslam ‘ın Türk yorumu olarak kabul edebileceğimiz Bektaşiliğin amentüsünde "Hayrihi ve şerrihi" yoktur "hayrihi ve adaletihi min Allahu Teâla"vardır. Şer Allah''tan gelmez ancak beşerî zaaflardan ortaya çıkar. Bektaşi şerrin Allah''tan geldiğini ileri sürmeyi büyük hata kabul eder. Bektaşi burada “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[3] ayetini esas alır.

Peki o halde Tanrı sonsuz ise Einstein’ın yazının başında bahsettiği Tanrı sevgisinin olmadığı alan neresidir?

İyi, kötü gibi kavramlar bizim dünyamız için geçerlidir. Tanrı boyutunda bu kavramların bir karşılığı yoktur. Bizim için aşağı ve yukarı diye bir gerçeklik varken uzayda böyle bir gerçeklikten bahsedemeyiz. Demek ki boyut değiştiğinde gerçeklikler de değişebilmektedir.

Profesör ve Einstein’ın diyaloğunu hatırlarsak karanlık yoktur ışığın eksikliği vardır, soğukluk yoktur, ısının eksikliği vardır. Kötülük de Tanrı sevgisinin eksikliğidir esasen yoktur. Hem vardır hem yoktur. Schrödinger''in kedisinin olasılık boyutunda hem sağ hem ölü ancak kutunun açıldığı boyutta ya sağ ya ölü olması gerçekliği gibi. Aristo mantığından Kuantum mantığına geçtiğimizde çelişkiler ortadan kalkmaktadır.

Sıfır yokluğu ifade etmektedir ama sıfır bir rakamın sonuna eklendiğinde onluk sayı sisteminde sayının değerini on kat arttırır. Sıfır aslında yoktur ama vardır. Hem vardır hem yoktur.

İşte Türk’ün İslam yorumu olan Bektaşilikteki kötülüğün nefisten gelmesini buna benzetebiliriz. Tanrı bizlere özgür irade gibi çok değerli bir hediye bahşetmiş ve bunu Kuran’da da “Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.”[4] şeklinde ifade etmiştir. Yani ortada bir boşluk değil özgür irade mevcuttur ve bunun içinde nefis dediğimiz alan mevcuttur, nefis sıfırdır. Bu sıfır Tanrı sevgisinin olduğu yere eklendiğinde kötülükler olmayacaktır.

Bu öyle bir meseledir ki, belki de anladım diyen anlamamış, tam anlamadım diyen anlamıştır. Bu konunun berraklaşması için kişinin gerçek manada marifet ve hakikat kapılarından geçmesi gerekir, işte bu kapılardan geçerek sırra erenlere ermiş deriz.

sorunun tam anlamıyla cevabı anlatılarak değil ancak ve ancak yaşanarak verilebilir. Bu neden ile yüz yıllardır sorulan bu soruya kısıtlı ilmimiz ile verilen cevaba kimimizin zihni “ama öyle”, “ama böyle” diye birçok itiraz üretecektir. Ancak gerçeklik yoluna bir adım daha yakın olanlarımızın zihinlerinin de “evet yahu bunlar çok da boş sözler değil, berrak değilse de bir gerçeklik var ona ulaşmak için yürümeye değer” demesini umuyoruz.

Bizim yapmaya çalıştığımızsa o gerçeği arama güdüsünü canlandırmak üzere bulanık da olsa zihinlerde bir resim oluşturmak, şimşek değilse de bir kıvılcım çakmasını sağlamaktır.

Doğrusunu Allah bilir.

Başarabilirsek ne mutlu bize.

 

[1] G. S. Viereck, Glimpses of the Great (Macauley, New York, 1930) p. 372-373.

[2] Detaylar için bknz https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fphy.2020.525731/full

[3] Nisa Suresi 79. Ayet

[4] İsra Suresi 13. Ayet