Kördüğümleştirme yarışında son perde
Başbakan,“Türban siyasi bir simge olsa ne olur!” der demez CHP lideri, “İtiraf etti!” deyiverdi. Böyle bir “iktidar-ana muhalefet” tablosuna bakınca insan ülkesi adına büyük bir üzüntü duyuyor, çünkü, her ikisi de, bir Türkiye realitesi olan “Türban” bahsinde, meseleyi “kördüğümleştirme” yarışına girmiş bir görüntü sergiliyorlar.
Biz her iki lider ve onlar gibi düşünenlere diyoruz ki:
“- Siz ve sizler gibi düşünen herkes her ne kadar öyle görmek ve göstermek isteseniz de, türban bir ’siyasi simge’değildir!”
Böyle söylediğimizde şu tür bir itirazla karşılaşıyoruz:
“- Eskiden türban mı vardı? Bunlar çıktı, böyle oldu!”
Bu görüş de hiçbir sosyal ve ilmî temele, hiçbir alan araştırmasına dayanmayan, üstelik, “Keşke türban bir siyasi simge olsa da, biz de bundan bir siyasi rant sağlasak!” diyenlere hizmet eden bir görüş.
Türbanın bir “siyasi simge” olmadığını görmek için yalnızca üniversite kapılarına bakmak yetmez. Bu bahiste doğru bir fikir sahibi olabilmek için Tarkan, Zülfü Livaneli, Teoman, Barış, Sezen Aksu ve diğerleri gibi pop müzik sanatçıları ile Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay gibi arebesk söyleyen sanatçıların açık hava konserlerine katılan türbanlılara da bakmak gerekir. Bunlar kâfi gelmiyorsa büyük şehir “cafe” lerinde şöyle bir tur atmak, o da kâfi gelmiyorsa, her sabah hemen bütün televizyonlarda canlı yayınlanan ve stüdyolara konukların da alındığı programlara ve bu programlarda misafir edilmiş “türbanlılara” bakmak da bir hayli öğretici olacak ve muhtemelen de, “Türban bir siyasi simgedir” ezberini bozacaktır sanırım.
Peki, türban niye “sonradan” çıktı?
Bu sorunun cevabı bize Türklerin işçi olarak Almanya’ya ilk gittiği günleri hatırlatıyor. Biliyorsunuz o yıllarda Almanya Türk işçilerini davul zurna ile karşılıyor, kollarını açabildiği kadar açıp, “hoş geldiniz” diyordu. Ama sonra sonra bir haller oldu, Türkleri ne işçi olarak görmek istediler, ne Türkiye’yi AB’de görmek istiyorlar. Bilâkis, “Ya bizim gibi olun, ya çekip gidin!” demeye başladılar.
Niye?
Niye olacak dün işçi olarak gelenler bugün işveren oldu, siyasetçi oldu, Alman’ın önüne geçmeye başladı. Türkiye’deki türban meselesi de böyle. Dün köyünde kentinde mahallî kıyafetleri ile başlarını örten Anadolu kadını ülkesinde başlayan “Köyden kente göç” seline kapılarak İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e ve diğer şehirlere ayak bastı. Şimdilerde türban için “siyasi simge” diyenler o günlerde köyden kente bu göçü “şehirleşme” diye alkışlıyor, hatta, Türkiye’nin ancak kadınların kahvehanelerde erkeklerle birlikte oturmaya başladığında çağdaş sayılabileceğini ileri sürüyorlardı. Yalnızca Çetin Altan’ın bu konu ile ilgili yazdığı yazılar bir kitap hacmini bulur. Almanya’ya işçi olarak giden Türklerin varoşlardan çıkıp caddelere dalması, dil öğrenip işveren olması ve bundan sonra istenmeyen bir kültür ve kavim haline gelmesi misali, köyünde, mezrasında yöre kıyafeti ve töre gereği başını örten Türk kadını da şehre inince, okudu-okuttu, kendine geldi, aynaya baktı, köyündeki başörtüsü ile şehirde rahat edemeyeceğini gördü, kendine bir çekidüzen verdi, türbanı seçti. “Cafelere” girip çıkmaya dahası iş ve statü istemeye başladı, işte o zaman Almanya’daki işçi Türk gibi, birdenbire “istenmeyen” haline geliverdi.
Şimdi birlikte düşünelim.
Türk kadını ince zevk sahibi ve bir ileri görüş numunesi olarak türbanı tercih etmeyip, şehirlerin cadde ve meydanlarını, iş takibi gereği devlet daireleri ve sağlık için hastaneleri Doğu ve Güneydoğu’daki, Karadeniz ve İç Anadolu köylerindeki birkaç yüz çeşit yöresel kıyafet ve başörtüleriyle doldursaydı, o Türkiye bu Türkiye’den daha mı güzel, daha mı birlik beraberlik içersinde ve daha mı “çağdaş” olurdu!..
Meseleye bir de bu akılla bakalım ve başlarını türban yahut başka bir şeyle örtenlere Almanların Türklere davrandığı gibi davranmayalım.