Koray Aydın'a dair

Anayasa Mahkemesi’nin duruşma salonu. İlk kez geliyorum. Kapıda büyük bir kalabalık toplanmış; izdiham, pankartlar... Ne tür bir mekana girdiğimi algılamaya çalışırken, gazetelerden, ekranlardan yargılamalar boyunca izlediğim görüntülerin tersine bir tür metafizik bir imge bütünlüğü ve Fransızların Claire De Obscure dedikleri cinsten siyah bir ışık ile görüntünün ürkütücü uğultusu var burada.

Birden buraya gazeteci ya da vatandaş gözüyle değil, ancak edebiyatçı gözüyle bakılabileceğini anlıyorum. Yargıçlar heyeti yerlerini alıyorlar. 11 yargıç siyah cübbeleri ve yakalarındaki altın sarısı meşe işlemeler, arka plandaki koyu kahverengi lambri kaplamalarla garip bir uyum içinde. Takım elbiseli görevliler sürekli uyarıyorlar: Gürültü yapılmasın, herkes kendine ayrılan yerlerin dışında başka yere oturmasın! Kafka’nın Dava’sındaki duruşma salonu mu? Roman kahramanı Joseph K. da tıpkı şimdi burada yüzüne karşı okunacak hükmü bekleyen ve dimdik duran adam gibiydi. Onun gibi tutuksuz yargılanmış ve ölüm hükmü verildiğinde infaz mahkeme dışında çabucak bir arsada yerine getirilmişti. Ama Koray Aydın, Joseph K. değil, Anayasa mahkemesi de Kafka’nın davasındaki yargıçlardan oluşmuyor. Dirayetli ve Türkiye’nin belki de sağlam kalmayı başarmış en önemli kurumlarının başında geliyor. Karar: Beraat. Koray Aydın’a bakıyorum. Sevincinde bile duruşunu bozmayan bir tevekkül okunuyor; militanca hayat tarzının insan sevgisiyle birlikte filizlendiği bir siyasetçinin portresi; hem uzak hem de yakın geçmişe dönüyorum.

Ecevit’in Başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde MHP’den Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapan Koray Aydın, 12 Eylül öncesinde daha gencecik bir Trabzonlu delikanlıyken MHP’ye girmişti. Türkiye’nin karanlık yılları; kan ateş ve gözyaşının, umudun, insanlığın ve barışın yerine geçtiği yıllar Aydın da o yıllardaki Türk milliyetçiliği davası adına canını tehlikeye atarak mücadele veren binlerce, onbinlerce genç arasındaydı. Sonra 12 Eylül darbesi, MHP’nin kapatılışıyla Aydın gibi insanların, gençlerin dört bir yana savrulduğu kendilerini “biz kimiz, neden devlet bize böyle acımasız yumruk vurdu?” diye sorguladığı dönem. Ne var ki Aydın gibileri açısından her şartta dava adına yola devam ilkesi geçerliliğini hep korudu. O yeni kurulan MÇP ve sonra MHP’de herkesin “Üç buçuk oy alan bu partiden ne olur?” diye sorduğu yıllarda, Türkeş’in yanında hızla yükseldi. Parti örgütlerinin toparlanıp yeniden güçlenmesinde kilit rol oynayan kurumların başında geliyordu. Devlet Bahçeli MHP Genel Başkanlığına seçildiğinde partinin Genel Sekreteriydi. Bahçeli zaferinde yine örgütçülüğüyle çok önemli rol oynamış. Ecevit Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetindeki Bakanlığında, Türkiye’nin en büyük felaketi Ağustos 1999 depreminde evsiz kalan yüzbini aşkın insana, aileye kısa sürede verdiği sözü tutarak prefabrik evlerini bir yıl geçmeden teslim etti. Türkiye’de başarı cezalandırılır, elbette ki Koray Aydın da hizmet karşılığında mahkeme koridorlarına taşınacaktı. Türkiye’de iyi yetişmiş siyasetçinin dava adamının değişmez kaderiydi bu. Aydın ailesi ve yakınlarının bu acılı zor yıllarında bir zamanlar “Sayın Bakanım” diye kapısından ayrılmayan partili arkadaşları “Aman o artık bitti. Uzak duralım” diye kaçışırlarken, Türk milliyetçileri, büyük hizmet verdiği MHP’li belediyeler ve MHP’nin inanmış kitlesi hep Aydın’ı yargılanma süreci içinde destekledi; yalnız brakmadı. Bunun örneği Anayasa Mahkemesi’nin önünde toplanan büyük kalabalığın pankartları ve sloganları kanıtlıyordu. “Düzceliler seni unutmadı”, “Bizi depremde yalnız bırakmayan Koray Aydın çok yaşa...” Yaşlısından, Aydın’ın insanüstü güçle bitirdiği deprem evlerinde doğmuş çocuklara dek depremzedeler, Aydın’ın beraat kararını sevinç gözyaşlarıyla, alkışlarla selamlıyorlardı.
Koray Aydın’ı izlemeye devam. Çünkü büyük bir bayrak hala mahzun; rüzgar bekliyor dalgalanmak için...

Yazarın Diğer Yazıları