Millî muhalefetin ortak adayı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan sonra, iktidarın adayı Recep Tayyip Erdoğan, etnik muhalefetin adayı da Selahattin Demirtaş oldu. Erdoğan ilk turda ipi göğüslemeyi arzu ediyor. Eğer başaramazsa, ikinci turda HDP’ye oy veren Kürtlerin desteğine muhtaç olacak. Bunun için şimdiden onlara “çözüm paketi” adıyla çeşitli havuçlar sunmaya hazırlanıyor.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ülkemiz ve milletimiz için büyük önem arz ediyor. Bu önem, öncelikle Cumhuriyet tarihimizde bir ilk olmasından kaynaklanıyor. Bugüne kadar TBMM’nin seçtiği Cumhurbaşkanını, bu defa halk seçecek. Seçime önem kazandıran ikinci husus, Recep Tayyip Erdoğan’ın, halkın desteğiyle seçilecek Cumhurbaşkanı’nın, aşkan yetkilerine sahip olacağını açıklamasıdır. Bu, Parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçiyoruz demektir. Bu seçimi önemli konuma taşıyan üçüncü husus ise, sonuçlarının büyük ölçüde 2015 Genel Seçimleri’nin kaderini belirleyecek olmasıdır. Ayrıca bu seçimler, PKK’ya verilecek tavizlerle ülkenin bölünmez bütünlüğünün büyük zarar görmesine de yol açacaktır.
Her şeyden önce şunu unutmayalım, bu seçim Türkiye’nin olduğu kadar, Recep Tayyip Erdoğan’ın da, AKP’nin de kaderini belirleyecektir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesi demek, bir devrin kapanması demektir. 12 yıldır seçim mağlubiyeti görmeyen Erdoğan ve AKP bu seçimi kaybederse, Erdoğan ismi siyaset sahnesinden çekilecek, AKP de hızla erime sürecine girecek, belki de 2015 Genel Seçimler’inde iktidarı kaybedecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile millet, ya “AKP ve Erdoğan’la devam” diyecek, ya da “Başkanlık sistemine hayır, Parlamenter sisteme evet” diyecektir. Bu seçimlerde ortak adayı içine sindiremeyen ve “ben hiçbir adaya oy vermeyeceğim” diyenlerin, ortak adayı olumsuz göstermeye çalışanların, bu gerçekleri ve sonuçları çok iyi değerlendirmeleri gerekir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP iktidarı döneminde özellikle ulaşım ve sağlık alanında önemli işler yapıldı. Fakat, bu dönemde ülkenin milli ve üniter yapısı, anayasal ve parlamenter sistem, millî hassasiyetlerin dumura uğratılması ile milletin milli birlik ve bütünlüğünün korunması konularında ise telafisi mümkün olmayan büyük bir tahribat yapıldı. Güneydoğu’daki bölücü terör örgütü PKK ve onun İmralı’daki tutuklu lideri Apo’nun, akıttıkları kanda boğulacakları beklenirken, Türkiye’nin bütünlüğü onların insafına bırakıldı. “Terörle bir yere varılmaz” diyenler yanıldı, Türkiye, bölünmenin eşiğine geldi.
Apo ve İmralı arasında özel ulaklık yapan BDP’liler(şimdiki HDP’liler)le sürdürülen “Barış süreci” nde ordumuz kışlaya, polisimiz karakola çekildi, meydan, Başbakan’ın silahlarını bırakıp Türkiye dışına çekileceğini söylediği PKK’lılara bırakıldı. Son seçimlerde Güneydoğu’daki 12 ilde belediye başkanlıklarını kazanan PKK destekli BDP, kendi kolluk kuvvetlerini, mahkemelerini kurdu, kendi memurlarıyla vergileri toplamaya başladı. Diyarbakır Belediye Başkanı Kışanak, bölgede çıkan petrolden pay istedi. Lice’de askeri karargahtaki bayrak, direğinden indirildi, yerlere atıldı. Oralarda resmen eyalet sistemine geçildi. Zaten Büyükşehir Yasası ile bunlara imkan verildi. Şimdi de TBMM’ye sevk edilen “Çözüm paketi” ile yapılan kanunsuz uygulamalar, yasal bir zemine oturtulmak isteniyor.
Toplum iktidarın gerilim politikası yüzünden kamplaştı. Barış ve uzlaşma yerine, kavga ve çatışma kültürü egemen oldu. Kendinden olmayanları ikinci sınıf vatandaş gören iktidar, oluşturduğu algı yönetimi ile hep kendini “mağdur ve mazlum” , muhaliflerini ise “zalim ve kumpasçı” göstermeyi başardı. Türk milletinin birlik ve beraberlik duygusu oldukça zayıfladı. İnsanımız etnisite, mezhep ve meşrebine göre karşı karşıya getirildi. Başbakan Türkiye’yi 36 etnik gruba böldü, “Türk” ü de bu etnik gruplardan biri yaptı. “Türk milleti” adı anılmazken, Türk milliyetçiliği ayaklar altına alındı, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesi gündemden düştü, milli bayramlar önemini kaybetti, okullardan Andımız, tabelalardan T.C. ibareleri kaldırıldı. Atatürk ve Cumhuriyet’in ilke ve değerleri sürekli yıpratıldı. Kısacası milletin milli hassasiyetleri tedricen uyuşturuldu.
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP iktidarı döneminde dışarıda ise; Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibi işlerliğini kaybetti. “Dış politikada sıfır sorun” söylemiyle yola çıkan AKP, aramızda sorun çıkmayan hiçbir ülke bırakmadı. Ermenilerle dost olacağız diye Azerbaycan’ı bile darılttık. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) Eş Başkanı olan Erdoğan, Amerika ve Batı’nın desteğinde Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki İslam ülkelerinde “Arap Baharı” adıyla yaptığı operasyonların destekçisi oldu. Bu süreçten etkilenen 5 İslam ülkesi 14 parçaya bölündü. Kuzey Irak’tan sonra Suriye’de bir PKK/PYD Kürt devletinin kurulmasına zemin hazırlandı. Suriye’de aşırı İslamcı örgütler desteklendi, onlar da on binlerce Müslüman’ın ve Irak’taki Türkmen kardeşlerimizin katili oldular. Türkiye bir milyonu aşkın Suriyelinin sığınma mekanı oldu.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Başkonsolosluğumuz(Musul Başkonsolosluğu) IŞİD militanlarınca basıldı ve Başkonsolos ile 45 kişilik maiyeti savaş esiri olarak bilinmeyen bir yere götürüldü. Bu olay, Irak’ta görevli Türk askerlerinin başına Amerikan askerlerince çuval geçirilmesinden sonra milli gururumuzu rencide eden ikinci olaydır. Türkmen kenti olan Kerkük, Barzani’nin peşmergelerince işgal edildi, Musul ve Kerkük bölgelerindeki Türkmenler yerlerinden atıldı, bir çoğu da şehit edildi. Irak’taki Türkmen varlığı bütünüyle yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
Başlangıçta Avrupa Birliği ile kuzu sarması olan iktidar, yaptığı, haksızlık ve hukuksuzlukların ayyuka çıkması üzerine dışlandı, AB’ye girme hayali suya düştü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 17 binden fazla dilekçe ile en çok şikayet edilen ve en çok tazminat ödeyen ülke olduk.Filistinlilere yardım için hazırlanan Mavi Marmara gemisi, hükümetin öngörüsüzlüğüyle yola çıkarıldı ve İsrail komandolarının operasyonu sonucu 9 kardeşimiz şehit oldu, gemiye İsraillilerce el konuldu. Bu olaydan sonra, Batının İran’a karşı İsrail’i korumak için gönderdiği füze rampalarını ülkemizde konuşlandırıldık. Böylece hem İran’ı, hem Filistinlileri karşımıza aldık. Mısır meselesinde hem Batı ile hem de bazı Müslüman ülkelerle ters düştük. Kısacası, dünyada bir tane dostumuz kalmadı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabındaki tezleri birer birer iflas etti.
Görüldüğü gibi, 12 yılın sonunda içte de, dışta da acı ve hazin bir tablo ile karşı karşıyayız. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bir bakıma bu tablonun devamına izin verip vermeme seçimidir. Bu seçim hem Türkiye’nin, hem AKP’nin, hem Recep Tayyip Erdoğan’ın, hem de muhalefetin kader seçimidir. Bu gerçeği çok iyi gören RTE ve iktidar çevreleri, bütün güçleri ile seçime asılıyorlar. Bir taraftan havuz medyası ve bunların piyasaya sürdüğü yandaş konuşmacılar ve kalemler, ortak adaya karşı acımasız bir yıpratma süreci başlattılar. AKP Parlamento grubu ise Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça, Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başta İmralı ve PKK olmak üzere çeşitli kesimlere tavizler vermeye hazırlanıyor. TBMM’ye sevk edilen “çözüm paketi” , AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için bölücü ve eli kanlı PKK terörüne sunduğu en büyük “havuç”tur.
Maalesef bu havuç, belki Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapar, ama Türkiye’nin ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü tamamen tehlikeye sokar. Ortak adayın ve onu destekleyenlerin, AKP ve İmralı arasındaki seçim ittifakını ve bunun birlik ve bütünlüğümüze vereceği zararları milletimize çok iyi anlatmaları gerekir.