Yaptığı eğitim reformu ile Türk milletini cehaletten kurtarmaya, sonra da “Dil’de, Fikir’de ve İş’de Birlik” parolası ile bütün Türk kavimlerini bir arada tutmaya çalışan Gaspıralı İsmail Bey, mücadele hayatına başlarken, düşünce ve duygularını şu satırlarla dile getirmişti: “Ne işlemeli, işi nereden tutmalı, sönmüş kalpleri ne ile yandırmalı, basireti örtmüş perdeleri ne ile kaldırmalı, gaflet sahrasında serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa kaldırmalı sualleri ile hayli uğraşmıştım.”
O dönemde cehalet ve gaflet uykusuna dalmış olan Türk milletini uyandırmak için Gaspıralı’nın söylediği bu sözleri son yıllarda aklımdan hiç çıkaramıyorum. Tıpkı Rus ve Çin esaretine düşen Türk kavimleri gibi, Osmanlı Türkleri de pençesine düştüğü cehaleti yenemediği ve gafletten uyanamadığı için koca imparatorluğu büyük kayıplar ve acılarla kaybetmişti. Ülkesi elinden alınıp esir edilmek istenen Türk milletini, yokluk içinde verilen bir Milli Mücadeleden sonra, Atatürk ve arkadaşları kurtarmıştı. Çok okuyan bir devlet adamı olan Atatürk, Türk milletinin başına gelen bu felaketlerin nedenini biliyordu: Cahillik ve ondan kaynaklanan fakirlik. Bu iki canavarı mutlaka yok etmek gerekiyordu.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk, Türk milletini cehaletten ve fakirlikten kurtarmak için eğitim ve iktisadi kalkınmayı ilk hedef olarak seçti. Ülke nüfusunun yüzde doksanını teşkil eden köylünün çocuklarını okutmak ve ekonomik durumlarını düzeltmek için büyük bir çalışma başlatıldı. Bu alanda büyük bir mesafe de katedildi. Fakat sadece okuma yazma bilmek yetmiyordu. Atatürk neticeden memnun değildi. Köylü çocuğunun daha iyi eğitim alması için yeni metotlar bulunmasını istedi. Hasta yatağındayken bu yeni eğitim metodu bulunmuştu. Bu yeni metot veya projenin adı “Köy Enstitüleri” idi. Köylünün ihtiyacı olan öğretmeni, sağlık işlerine bakacak sağlık memurunu, sağlıklı doğum yaptıracak ebeyi ve toprağını daha verimli kılacak tarım memurunu yetiştirecek olan bu Köy Enstitüleri projesinden son derece memnun kalan Atatürk, bu projenin vakit geçirilmeden uygulanmasını istemişti. Fakat O büyük insan 1938’de bu projenin tatbikini göremeden aramızdan ayrıldı. Bu proje 1939-1940 öğretim yılında uygulanmaya başlandı.
Köylü çocuğunu okutan Köy Enstitüleri’nin açılması Anadolu’da bütün köylerde büyük bir heyecan yaratmıştı. Ancak sonra Köy Enstitüleri’nin kapatıldığı haberi geldi. 1950 seçimlerini kazanarak iktidara gelen Demokrat Parti Köy Enstitüleri’nin yerine “Öğretmen Okulları” açtı ise de bu okullar sadece köylü çocuğu için olmadığı gibi, köylü çocuğunun ihtiyaçlarını da karşılamıyordu.. Kısaca, köylü çocuğu yeniden yetersiz eğitim sistemi ile karşı karşıya kalmıştı. Köylülerin büyük çoğunluğu, hem çocuklarını okutamadı, hem de arazilerini verimli bir şekilde kullanamadı. Ayrıca, yetiştirdiği ürünlerin ellerinden çok ucuza alındığı için geçim sıkıntısına düştü. Sonunda, köylü çocuğu iş bulmak ve geçimini sağlamak ümidi ile şehirlere göçmeye başladı. Büyük çoğunluğu asgari ücretle iş yerlerinde çalışmak mecburiyetinde kalıyordu. Eğitim almadığı için dünyada ve yurtta neler olup bittiğini bilmeden bu Anadolu çocukları seçim zamanlarında hatırlanır hale geldiler. Ya oylarını parayla, ya da birkaç çuval yiyeceğe satmak mecburiyetinde kaldılar. Böyle bir rezalet dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmemiştir. Devletin anayasasında yer alan sosyal adalet kavramı hiçbir zaman uygulanmadı. İktidar partisi 12 yıllık iktidarı döneminde halkın ihtiyaçlarını karşılayacak alanlarda üretim yapan 12 fabrika kuramaz mıydı? Bu fabrikalara işsiz olan gençlerimizi yerleştiremez miydi? Bunlar yapılmadığı gibi, halkın dini inancı ile alay edercesine siyaset yapmanın, yolsuzluklara göz yummanın hangi ahlak anlayışında yeri vardır? Bu iddiaları mahkeme huzuruna çıkarmak o kadar zor muydu? Çoğunu iş adamlarının kurduğu basın-yayın organlarına baskı uygulayarak hem halkın doğru bilgi alma hakkını, hem de muhalefetin sesini kısmanın hangi demokratik sistemde uygulandığı görülmüştür?
Türk milletine bu haksızlıkları yapmakla siyasi iktidar nereye varmak istiyor? Bir gün bu millet kendisine yapılan haksızlıkları öğrenecek ve bunu yapanlardan da hesap soracaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Atatürk’ün Türk milletine gösterdiği hedefleri benimsemiş bu milletin yiğit evlatları, gaflet uykusuna daldırılmış Türk milletini uyandırmak için vakit kaybetmeden yollara düşmeli, kasaba kasaba, köy köy ve ev ev dolaşarak eğitilmemiş bu aziz millete gerçekleri anlatmalıdır. Milli birliğinin bozulduğunu, etnik bölücülüğün had safhaya geldiğini, dış itibarının sarsıldığını ve Atatürk’ün kurduğu ulus devletin tehlikede olduğunu delilleri ile millete açıklamalıdır.