“İslam’ın imanını, Ülkümüzün her yanını, Damarında Türk kanını, Zerre zerre duyan gelsin...” dedik, geldiniz...
“Haydi, tabuları bir bir yıkmaya, Haydi, emanete sahip çıkmaya...” dedik, geldiniz...
“Haydi, engelleri bir bir aşmaya, Haydi, Erciyes’te kucaklaşmaya...” dedik, yine geldiniz...
Hem de her türlü ayak oyunlarına(!) rağmen geldiniz... Bedenleri gelemeyenlerin, gönülleri geldi gönülleri... Tedavülden kaldırılmak istenen bir Başbuğ geleneğini, Yaşatmak için geldiniz...
İptal edildi denilmesinin ardından, Erciyes Kurultayının İptal edilemeyeceğini göstermek için geldiniz...
Ben şahidinizim. Önce çok azdınız... Tekir Yaylası’nın çimenlerini minder, taşlarını sandalye yaptınız... Oturdunuz, dertleştiniz, fikirleştiniz... Her geçen sene sayınız arttı... Çoğaldınız... Başbuğ’un emaneti olan geleneği iptal etmenin iptal edenler için bir bedeli olmadı! Ama siz yaşatmak için bedel ödediniz! Can ödediniz can... Paşa Tambay gibi yiğit bir can...
Evet belki Başbuğ’un sağlığında yaptığımız kurultaylar gibi muhteşem bir sayınız yok... Ama inanın yine de çoksunuz çok... Erciyes’i inletecek kadar, dağı-taşı dinletecek kadar çoksunuz... Dost yüreklere derman olacak kadar, düşmanınkine korku salacak kadar... Evet evet... Fincancı katırlarını ürkütecek kadar çoksunuz! Sadece çok değil aynı zamanda güçlüsünüz! Zira yanan kıvılcım sönük volkanlardan daha kuvvetlidir...
Canlı bomba ihbarı yapılarak, iptal edildi gibi asparagas haberler pompalayarak yapılan engelleme faaliyetlerine rağmen bu yıl yine beni mest ettiniz... O sebeple; Önce Muğla’dan, Kars’tan, Edirne’den, Van’dan hatta ta Hakkâri’den velhasılı Türkiye’nin dört bir yanından özellikle de yurt dışından gelip, Tekir Yaylası’nın yüzünü yürek seline çeviren siz ülküdaşlarıma, özel davetiye göndermememize rağmen, Erciyes’te Türk Kurultayı varmış deyip, aramıza katılan ilim adamlarımıza, hocalarımıza, hukukçularımıza, siyasetçilerimize, Türkmeneli’nden, Suriye’den gelen soydaş misafirlerimize, gazeteci kardeşlerimize, telefonları, iletileri gelen canlara şükranlarımı nasıl belirteceğimi bilemiyorum... Sadece teşekkür ediyorum demenin, veya sağolun, varolun demenin çok yavan kaçacağını düşünüyorum...
Hele bilâ ücret, sanatlarıyla kurultayımıza renk katan, konuşma yapanlar gibi eserleriyle günün anlamına binaen mesajlar veren sanatçılarımıza; Esat Kabaklı’ya, İsmail Türüt’e, Sermet Tuzlu’ya, Cuma’ya, Volkan’a, Kur’an-ı Kerim kıraatı ve duasıyla Kurultayı açan Emekli Diyanet müfettişlerinden Yaşar Derin Hoca’mıza, Kurultayın sunumunu yapan Yüksel Üzüm ülküdaşıma ve bizi hiç yalnız bırakmayan hatta güç veren Yeniçağ gazetemize şükran duygularıyla doluyum...
Ve tabii ki Necip Dinçer’e. Hiçbir hesabı, beklentisi olmadan sadece Başbuğ’umuzun emanetini yaşatma uğruna kurultayın yükünün altına giren, sadece yükünün altına girmekle kalmayıp (sanki oğlunun veya kızının düğününü yapıyormuş gibi) bazı anlayışsız davranışları ve sitemleri de göğüsleyen o yiğit Avşar yüreğine, dedim ya, ismi ile müsemma Necip ülküdaşıma bir ömür kendimi borçlu hissedeceğim...
Eğer kurultayımızda bir olumsuzluk zuhur ettiyse, Olumsuzlukların tek müsebbibi benim... Ama orada yaşanan bütün güzelliklerin mimarı teşrif edenlerden tutun, sanat icra edenlere kadar yukarıda saydıklarım yani sizlersiniz... Selam olsun Kurultayı yaşatmak için Tekir Yaylası’nda çadır kuranlara... Selam olsun yüreği hâlâ Başbuğ sevdasıyla vuranlara... Selam olsun o yaylayı dolduran iman erlerine... Selam olsun kendi gelemese de gönlünü, duasını gönderenlere... Allah biliyor sizleri çok seviyorum...
Sizler benim yol ayrımlarında (çıkar uğruna) beni satan yol arkadaşlarım değil, sizler benim bir anadan doğma gardaştan bile öte, ülküdaşlarımsınız... Evet evet sizler benim en kadim dava arkadaşlarım, en kadim dostlarımsınız.... Ben sizlerle gurur duyuyorum gurur...
Keşke dostlarımla gurur duyduğum kadar, düşmanlarımla da gurur duyabileydim! Ama Allah bana gurur duyulacak dostlar verdi de, gurur duyulacak düşmanlar vermedi!