Hem Baas rejimi hem de KDP yönetimi, referandum uygulaması hususunda Türkmenlerin tercihlerinin önemli olduğunun bilinci içerisindeydiler. Çünkü özellikle Kerkük merkezinde ve diğer Türkmeneli bölgelerinde Türkmenlerin çoğunluğu teşkil ettiğini gördüklerinden ve hangi tarafı destekleyeceklerini de kestiremediklerinden her iki taraf da bu referanduma yanaşmadılar. Bu gelişmeler sırasında o dönemde farklı görüşe sahip olan Ömer Ali Paşa fazla zaman geçmeden şaibeli bir trafik kazası sonucu ebediyete intikal etmiştir. Saddam ve Kürtler arasında çözüm yolları tıkanınca 1975 Cezayir Anlaşması imzalanana kadar çatışmalar devam edecek ve ABD yardımından sonra başta Kerkük olmak üzere Kürtler daha fazla haklara sahip olma peşinde koşacaklardır.
Ancak gelişmeler doğrultusunda ABD’nin bölge ile ilgili planının değişmesi sonucu Irak ile İran arasında 1975’te Cezayir’de imzalanan anlaşma ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt hareketi devre dışı bırakılmıştır. 1975 tarihinden sonra da ipler tamamıyla kopmuş ve Kerkük üzerinde bir Araplaştırma politikası başlatılmıştır. Irak’ın ortası ve güneyinden Araplara kişi başı 10 bin Dinar (o zamanın kuru dikkate alındığında 30.000 ABD Doları) yardım yapılarak Kerkük’e yerleşmeleri teşvik edilmiştir.
1992 yılında Irak muhalefetinin güvenli bölgenin merkezi olan Erbil’in Selahattin kasabasında düzenlediği toplantıda Kürt grupları, Saddam sonrası Kerkük’ten göçe zorlanan 100.000 ailenin geri dönmeleri sürecinin kayıt altına alınmasını ve Irak için federatif yapının gerekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Göç konusu ile ilgili olarak Kürt gruplarının çok abartılı idealarına karşılık Türkmen temsilcileri dışındaki diğer katılımcıların sesi çıkmamıştır.
Daha sonraki dönemlerde de göç konusunun toplantılarda sürekli olarak gündeme alındığı görülmüştür. Örneğin; 1995 yılında New York yakınlarındaki bir kampüste Irak muhaliflerinin üst düzey temsilcilerinin katılımıyla yapılan toplantıda göç konusu gündemin ana maddelerinden birisi olarak yer almıştır. Daha sonra yine Iraklı muhaliflerin (INC) 1990 New York, 2002 Londra ve 26 Şubat 2003 tarihlerinde Selahattin’de yapılan toplantılarda göç konusu gündeme getirilmiş ve kayıt altına alınmıştır.
2000 yılında KDP Irak’ın geleceği ile ilgili bir anayasa hazırlamıştır. Bu anayasanın 79. maddesinde Kerkük için kullanılan ifadeler Kerkük’ün Araplaştırılmasını ve Kürdistan’ın bazı bölgelerindeki halkın zorunlu göçe tabi tutulmasını ön gören plan lağvedilmiştir. Kerkük, Mahmur, Şeyan, Hanekin ve Mendeli’de göç ettirilen Kürtler, kendilerine ait olduklarını iddia ettikleri söz konusu yerlere döndürülecek ve 1975 yılında bu bölgelere yerleştirilen Arapların ise kendi yörelerine geri gönderileceği hususları yer almıştır.
2002 yılının ortalarında KDP ve KYP Federal Irak Cumhuriyeti Anayasası ve Kürdistan Bölgesi Anayasası adlarıyla Irak’ta iki ayrı federe devletten oluşan federal bir yapılanmayı öngören birer anayasa hazırladıklarını kamuoyuna duyurdular.
Irak savaşı başlamak üzere iken Türkiye, kırmızı çizgilerin peşinde idi. 7 ve 18 Mart 2003’te Kürt liderleri dahil Irak muhalifleri ile Ankara’da yapılan toplantıda, Kürt liderleri Kerkük’ün demografik yapısının değiştirilmeyeceği ve müdahale sırasında Kerkük ve Musul’a girmeyeceklerine dair yazılı taahhüt vermelerine rağmen her iki kente de girmişlerdir.
150.000 Türkmen çaresiz
Türkiye 2004 yılında referandumla kabul edilen Irak’ın kalıcı anayasasının 140. maddesinin askıya alınmasını istemekte idi. Kerkük için özel statü formülünü ileri süren Türkiye’nin bu talebi Merkezi Hükümet Başbakanları olan hem Caferi ve hem de Maliki tarafından destek görmüştür. Bilindiği gibi Türkiye kırmızı çizgilerinin rengini korumaya devam ederken T.C. Başbakanı Erdoğan 2007’de parti grup toplantısında “Kerkük’te bir referandumun yapılması çok tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Demografik yapısı değiştirilmiş bir kentte referandum doğru olmaz” diyerek Kerkük’te oldu bitti peşinde koşanları sert bir dille uyarmıştır.
ABD idaresi 1991’den günümüze kadar hem Irak’ın toprak bütünlüğünden söz etmekte, aynı zamanda da Kürt gruplarının yanında yer almaktadır. 31.12.2007 tarihinde miadı biten 140. madde ile ilgili değişiklik yapma yetkisinin sadece Irak Meclisi’nde olmasına rağmen BM Özel Temsilcisi Staffan De Mistura tarafından söz konusu maddenin Haziran 2008’de ikinci kez 6 aylığına ertelenmesi sürpriz olmadı ve bu da BM’nin tarafsızlığına gölge düşürmüştür. Ancak ne oldu ise 2008 sonrası özellikle Kuzey Irak’lı Kürtler ile Türkiye arasında enerji başta olmak üzere ekonomik çıkarlar sonucu Kerkük dosyası rafa kaldırılmıştır.
10 Haziran 2014’te Musul’un düşmesi ile meydana gelen kaygı verici gelişmeler sonucunda da Kerkük, Telafer, Tuz ve Beşir durumu ortada ve 150.000 Türkmen evsiz barksız çöllerin ortasında çaresiz bir vaziyettedirler. Mayıs 2014’te Erdoğan partisinin grup toplantısında Orta Doğu’da Dicle kenarında kaybolan bir deveden de sorumlu olduğunu söylemişti. Şimdi aynı bölgede kayıplara karışan bir deve değil yüz binlerce Musul insanı.
Netice itibariyle bugün Türkmenler bir katliamla karşı karşıya ve canlarını kurtarma peşindeler. Ne Irak’ın bölünmesi ne de Kürt devletinin kurulması artık umurlarında değil. Zaten Türkmenler, Kuzey Bölge yönetimine karşı çıkmadılar, sadece Kerkük ile ilgili haklarını saklı tutarak kendilerinin Irak’taki diğer topluluklar gibi siyasi ve idari haklardan yararlanma taleplerini ileri sürdüler ve sürdürmektedirler.
Türkiye’nin son gelişmeleri sağlıklı bir şekilde etüt etmesi yararlı olacaktır. Bilinmelidir ki Türkiye’nin güvenliği Kerkük ve Telafer’den geçer.