Türk medyasında IŞİD olarak bilinen ve cihatçı görüntüsüyle çoğunluğu paralı askerlerden oluşan Irak Şam İslam Devleti Örgütü’nün öncülüğünde yaklaşık 2 hafta önce Irak’ın kuzeyinde başlatılan operasyonun perde arkasındaki gerçek güç, 2003 Amerikan işgalinin ardından ister halen Irak’ta farklı mevkilerde bulunan, ister işgal idaresi tarafından görevden uzaklaştırılan Saddam dönemine ait ordu, istihbarat ve Baas partisi kadrolarından oluştuğu iddiası, gün geçtikçe daha da belirgin bir şekilde müşahede edilmektedir.
Bu bağlamda, 22 Haziran 2014 tarihinde Irak Devrimcileri Yüksek Konseyi resmi sözcüsü Iraklı General Muzhir Al Kaysi, El Cezire televizyonu ile yüzünü saklayarak yaptığı söyleşide IŞİD’in varlığını küçümseyerek kabul etmiş ve bu operasyonun Şii iktidara karşı bir halk ayaklanması olduğunu, gerçek gücün ise aşiretlerden meydana geldiğini belirtmiştir. General Al Kaysi Irak’ta değişim gerçekleşmediği takdirde operasyonun devam edeceğini, ilerideki hedeflerinin Rumadi ve Diyale’den sonra Bağdat olacağını ifade etmiş ve bu arada da Suudilere teşekkür etmeyi ihmal etmemiştir.
Musul’un düşmesiyle başlayan operasyonun ardından Saddam’ın doğduğu yer ve Baas Partisi’nin kalesi olan Selahaddin şehrini takiben Türkmeneli Bölgesi’nin önemli yerleşim bölgesi olan Telafer kenti, hem peşmergeler ile hem de isyancılarla pazarlıklara ve çatışmalara sahne olduktan sonra düşmüştür. Şu anda on binlerce Türkmen Sincar’a sığınmıştır. Öte yandan peşmerge güçlerinin Kerkük ve Tuzhurmatu’yu da işgal ettiği bilinmektedir. Dün yine kasıtlı olarak IŞİD’in öncülüğünde Suriye sınır kapısındaki Rutba, Raba, Ane tamamen isyancılar tarafından ele geçirildi ve bu satırlar yazılırken Hadise ve Rumadi kentlerinin de abluka altına alındığı gelen bilgiler arasında yer almaktadır.
Dün geç saatlerde Kerkük’ten aldığımız bilgiler ışığında IŞİD veya isyancıların Kerkük civarındaki kasabalarda konuşlandığı ve Kerkük’e saldırmasının an meselesi olduğudur. Bu olayların cereyan etmesiyle yaşanan kaygı verici gelişmeler kesinlikle tesadüfi olmayıp, yıllardır bölge için sözü edilen bölünmeler dahil küresel güçlerin ellerine geçen ilk fırsatta bölgede farklı bir dizayn yaratılacaktır. Irak’la ilgili bu krizin yakın ilgi alanına giren ülkelerin tarafsız kalamayacağı ise ihtimal dahilindedir. Her ne kadar Irak’ta anlatıldığı gibi abartılı bir Sünni-Şii çatışması bulunmamakta ise de yine küresel güçlerin kışkırtmasıyla bu durumun mezhepsel boyutu gittikçe hız kazanmaktadır. Nitekim Sistani cihat ilan etmiş, El Sadr komandoları ise gövde gösterisinde bulunmuşlardır. İran, Irak hükümetinin talebi üzerine asker göndermeye hazır olduğunu bildirmiş, Suudiler ise Sünni Arapları destekleyeceklerini açıklamışlardır. Amerika ve İngilizler ise konuyu zaten yakından takip etmektedirler.
Türkiye’ye gelince her şeyden önce yalnız Kuzey Irak değil, Irak’ın tamamı Türkiye için önem arz etmektedir. Ekonomik veriler başta olmak üzere Irak’ın bölünme meselesi enerjiye dayalı denklem, her ne kadar kırmızı çizgiler rafa kaldırılmışsa da, oldubittiye getirilemeyecek bir şekilde Kerkük’ün statüsü ve Türkmeneli Bölgesi’nden tamamen vazgeçmesi mümkün olmayacaktır. Hatırlanacağı gibi 1991’den günümüze kadar özellikle Kuzey Irak’ta birçok gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ders alınıyor mu? Detaya girmeden bugün Kerkük’te 1996’da Erbil’de meydana gelen hadiselerin tekrar yaşanacağı korkusunu taşıyorum. Bu hadiseleri unutmadık, unutmayacağız. Unutanlar için hatırlatalım.
1991 yılında Güvenli Bölge’nin kurulmasından sonra Habur geliri yüzünden “KDP-Barzani” ile “KYB-Talabani” arasında aralıklı olarak yoğun silahlı çatışmalar meydana gelmiştir. Nihayet Barzani’nin talebi üzerine 31 Ağustos 1996 sabahı Irak ordusu bu istek üzerine 36. paraleli aşarak büyük bir askeri operasyon düzenlemiştir. ABD, İngiltere ve Fransa uçaklarının denetimi altında olmasına rağmen bu ülkeler, Irak saldırısına seyirci kalmışlardır. Fakat bu esnada Saddam’ın askeri birlikleri Erbil’e girdiklerinde CIA, İngiltere, Fransa, INC elemanlarının büyük bir bölümü ve Talabani birlikleri şehri çoktan terk etmişlerdir. Yalnız Erbil’de Irak muhalif grupları arasında olan ITC’nin önde gelen yöneticilerinin 35-40 kişiye varan büyük bir bölümü evlerinden alınarak Bağdat’a götürülmüş ve şehit edilmişlerdir. Cesetleri ailelerine bile teslim edilmemiştir.
Böylece bugünkü krizle bağlantılı olarak IŞİD veya isyancılarla peşmergeler arasında ister gerçek, ister göstermelik bir çatışmanın faturasını silahlı güce sahip olmayan Türkmenler ödeyebilir. Buna dikkat edilmesi gerekir. Türkiye, bilinen nedenlerden ötürü herhangi bir şekilde bölgeye müdahalede bulunamamaktadır. Ancak Türkiye’nin; ister oradaki vatandaşlarına, ister 2,5 milyona yakın Türkmenlere zarar verilmesi halinde sınırlı hedefli operasyonlar yapacağını dünya kamuoyuna ilan etmesi doğru olmaz mı? Eminim ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tür operasyonları yapabilecek güce ve yeteneğe sahiptir. Bu arada Türkmeneli Bölgesi ile ilgili olarak başta Kızılay olmak üzere bütün kuruluşlara teşekkürü, bir Türkmen olarak, borç bildiğimizi ifade etmek isterim. İkinci önemli husus ise artık Irak’ta ok yaydan çıkmıştır. Hem Türkmenler hem de Türkiye yıllardır Irak’ın toprak bütünlüğünü savundular ancak şimdi böyle bir bütünlüğün devam etmeyeceği aşikardır. Bu itibarla Türkiye’nin de desteği ile Türkmeneli Bölgesi için bir özerk bölge düşünülemez mi? Türkiye’nin ne kadar istese de, bu krizin dışında kalması mümkün değildir.