KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü

KONUK KALEM / Dr. Cüneyt Mengü

Kerkük unutulmasın

Türkiye ve Türkmenler açısından meselenin olası gelişmeler sonucunda neredeyse bir kırılma veya bir dönüm noktası olacağı kanısındayım. Netice, Türkiye ve Türkmenlerin göstereceği ilgi ve çalışma oranına bağlıdır. Türkiye -Kerkük birlikte yan yana söz konusu olduğunda, 1926'dan beri Iraklılarda ve hatta bazı bölge ülkelerinde bir İngiliz mirası olarak, Türkiye'nin bölgede gözü olduğuna dair oluşan kanaat halen devam etmektedir.

Tarihi gerçekler ve uluslararası hukuk dikkate alınmıyor. 1923'te imzalanan Lozan Konferansı'nın en önemli maddeleri içinde yer alan Musul ve Kerkük meselesi, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesinin şartlarına aykırı düşmesi sebebiyle gündeme alınmış ve hararetli tartışmalara sebep olmuştur.

Nihayet Haziran 1926'da İngilizlerle Ankara'da imzalanan sınır ve güvenlik anlaşmasına göre Türkiye, Musul'u şartlı olarak terk etmiştir. Geçen yıllar içerisinde Türkiye, sözü edilen algının tersini sürekli deklare etmesine rağmen mevcut kanaatin değişmediği ortadadır. Bunun en son örneği olarak Irak, Türkiye'nin Başika'da asker bulundurmasını krize dönüştürerek kamuoyu yaratmaya çalışılmaktadır.

Hatta ABD'den mesaj veren Irak'ın Washington Büyükelçisi  "Yeni büyükelçimizi Ankara'ya gönderdik ve müzakerelerde ciddi olduğumuz konusunda Türkiye'ye yeni bir mesaj verdik." dedi. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da Irak'taki Türk askeri varlığını kabul edilemez olarak nitelendirmiştir.

Konumuza gelince Kuzey Irak'ta hem Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanması hem de IKYB'nin bağımsızlığı için yıllardır sözü edilen referandumun yapılması, bölge ülkelerinin bölünmesi için tasarlanan ve uygulamaya konulan projelerin bir parçasıdır.  Projeler arasında Kerkük için ilk aşamada özel yönetim, daha sonra Süleymaniye ile tek yönetim altında birleşmesi, Tuzhurmatu'nun vilayete dönüşmesiyle Kalar'ın Tazehurmatu ile birleştirilerek Kürdistan içerisinde yeni bir yönetim kurulmasının olduğu iddia edilmektedir.

Türkiye'nin bölgede gözü var iddiaları karşısında eli kolu bağlı kalması düşünülemez. Türkiye'nin ulusal güvenliğinin yanı sıra ekonomik çıkarları başta olmak üzere bölgede yaşayan yaklaşık 2,5 Milyon soydaşının geleceği ve güvenliği konusunda seyirci kalmaması gerekmektedir. Türkiye ne yapıp edip bu sürecin içinde yer almalı ve İran'la ortaklaşa Türkmenler için en azından insani hakları ve hukuklarını korumalıdır.

Öte yandan Türkiye açısından mesele uluslararası hukuk yönünden incelendiğinde 1926 tarihli Ankara Anlaşması'nın 16. Maddesi "Türkiye anlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki her türlü haklarından ve egemenliğinden vazgeçmiş olduğunu bildirir ve ancak bu toprakların geleceği ilgililerce düzenlenmiş veya düzenlenecektir." hükmü yer almaktadır. Buna göre Türkiye, Musul vilayeti üzerindeki haklarını Irak devleti lehine feragat etmişse de ancak Lozan Anlaşmasına göre; Türkiye, Musul ve Kerkük'le ilgili taraflardan birisidir.

Danıştay üyesi Sn. Ali Karamahmut'a göre Lozan Barış Anlaşmasının 3. maddesi kapsamında Türkiye'nin onayı olmadan Musul ve Kerkük'ün statüsü değiştirilemez, Irak'ın kuzeyinde ve Lozan Anlaşması kapsamında Türkiye ile sınırı olan bölgelerde yeni devletler, statüler ortaya çıkarılamaz ve bu durum Türkiye'nin müdahil olmasına yol açar.

Türkmenlere gelince, ITC Yönetiminin dağınık durumda olması, siyasi parti ve sivil toplum örgütü yöneticilerinden farklı sesler ve görüşler bildiriliyor.

Bu bağlamda Türkmeneli Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi tarafından sözü edilen referandum ile ilgili olarak hazırlanan anket,  tüm Türkmen parti, STK, kanaat önderleri ve aydın kişilere gönderilerek alınacak sonuçlar doğrultusunda söylem birliğinin temini için Kerkük, Bağdat veya İstanbul'da öngörülen genişletilmiş toplantının yapılması yararlı olacaktır.