Irak medyası günlerdir tekrar Musul’a yapılabilecek askeri operasyonu konuşmaktadır. Irak ordusunun durumu ise malumunuzdur. ABD, Irak’ı işgalinin hemen ardından Irak’taki yönetime tümüyle el koyarak ordu ve güvenlik güçlerini tamamen lağvetmiştir.
Irak yönetiminin, ordunun tekrar yapılandırılmasıyla ilgili girişimleri devam etse de, olumlu bir sonuç aldıkları söylenemez. Neticede Irak ordusunun tek başına IŞİD ile mücadele etme imkan ve kabiliyetine haiz olmadığı da söylenebilir.
Irak hükümeti, orduya destek mahiyetinde halk güçleri (Haşid Al Şabi) adı altında mezhep ideolojisine dayalı milis kuvvetlerinden medet ummaktadır. Öte yandan Irak Kürdistan Yönetim Bölgesi’nin bu operasyona müdahil olup olmama konusunun da pazarlıklara tabi olduğu iddia edilmektedir. Kürt yönetiminin istekleri arasında Musul’dan 60 km. uzaklıkta 400.000 nüfuslu katkısız Türkmen kenti Telafer’in Kürt bölgesine bağlanmasının söz konusu olduğu iddialar arasında yer almaktadır.
IŞİD ile yapılan mücadelede ABD tarafından hava bombardımanı yapılmadığı takdirde yukarıda bahsedilen güçlerin hiçbirisinin tek başına bu operasyonu başlatmaya cesaret edemeyeceği bir gerçektir. Yani Musul operasyonu ABD ile başlayıp onunla bitmektedir.
Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadelede görüldüğü gibi IŞİD’in ele geçirmiş olduğu bölgeler, Amerikan hava bombardımanı sayesinde, geri alınarak hemen Kürt guruplarına teslim edilmektedir. Musul’a yapılacak operasyon kapsamında Telafer’in durumu ve geleceği söz konusudur. Projenin bir sonraki boyutu ise Musul’a bağlı Telafer, Kuzey Suriye’de koridorun stratejik noktasını teşkil eden Afrin ve Suriye’deki Lazkiye ya da Türkiye’nin Hatay’ı gündeme gelecektir. Amaç koridorun Akdeniz ile bağlantısının kurulmasıdır. Suriye ve Irak’taki oyunun başrolünde ABD’nin olduğunu çok iyi bilen Türkiye, birkaç gün önce son yılların en uzun Türkiye-ABD görüşmelerine ev sahipliği yaptı.
Obama’nın özel temsilcisi olan emekli orgeneral John Allen başkanlığındaki ABD heyeti ile Türk Dışişleri heyeti arasında IŞİD ile mücadele ve olası Musul operasyonu için İncirlik üssünün kullanımını içeren görüşmenin gerçekleştiği Türk medyasında yer aldı. Bana göre ABD heyetinin Ankara ziyareti, 16 Eylül 1998 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in Suriye sınırında yapmış olduğu açıklamayı hatırlatıyor. ABD heyeti ile Ankara arasında yapılan görüşmede bir pazarlığın yapıldığı, neyin karşılığında neyin verileceğinin konuşulduğu ve en önemlisi de Türkiye, ileride kendisi için sıkıntı yaratacak Suriye’deki Kürt koridoru ile ilgili olarak ABD’nin PYD’ye verdiği desteğinden vazgeçmesini şart koştuğu ileri sürülmüştür.
Ayrıca Ankara’nın IŞİD ile mücadelede sözde uluslararası koalisyon güçlerine açık destek vermeye hazır olduğu hususu Türk medyasında yayımlanan haberler arasında yer almıştır.
Bilindiği gibi Suriye ve Iraklı Kürt gurupları, IŞİD ile mücadelede ABD’nin önemli bir ortağı durumundadırlar. Türkiye, Kobani’de Peşmergelerin topraklarından geçmesine izin verdi ve bir yerde de koalisyonun bir parçası oldu. Bundan sonraki süreçte ise durumun boyutları farklı yerlere gideceğini öngören Türkiye’nin farklı seçenekleri masaya yatırması doğal olmakla birlikte bir çelişki yaratmıyor mu?
Türkiye açısından Irak ve Suriye birbirinden farklı konumdadırlar. Irak’ta düşman yalnız IŞİD ise Suriye’de düşman kimdir? IŞİD mi, Esad mı, PKK’mı, PYD mi? Müdahalenin amacı ne olacak ve kime karşı yapılacaktır? Hedef halinde olan Telafer’in durumu öncelikli konular içerisinde yer almıyor mu?
Öte yandan Türkiye’ye yoğun göçün önlenmesi hedefleniyor. Ankara, PKK uzantısı PYD’nin sınırda Kürt kuşağı kurmasını önlemek için Afrin-Azaz hattını Özgür Suriye Ordusu ve İslami Cephe gibi gurupların elinde kalmasını talep etmektedir. Aslında Telafer’in de Türkmenlerin elinde kalmasını istemek haklı bir talep değil midir?
Türkmenlere gelince; Bölgede bir proje uygulanıyor ve bu proje gereği Türkmenlerin silahlı güce sahip olmalarına başta Kürtler karşı çıkıyorlar. Merkezi hükümetin ise gayri ciddi davrandığı ITC yetkililerince sürekli dile getirilmektedir.
Türkiye’nin güvenliği için önlem alması hem zorunludur ve hem de yaşamsal durumdur ve doğaldır. Türkiye sınırını da mutlaka güçlendirmelidir. Bu vesileyle bölgede cereyan eden olaylar sonucu göçe zorlanan Türkmen sığınmacılara yapılan insani yardımlardan dolayı TİKA-AFAT ve Kızılay kuruluşlarına teşekkür etmeyi borç bilmekteyim.