Milattan önce Türkler, ilk olarak Göktürk’ler tarafından milli alfabe olan Orhun alfabesini kullanmışlardır. Öte yandan Doğu Türkistan’dan başlayarak geniş bir alana hakim olan Türkler, Uygur alfabesini kullanamaya başlamışlardır. Her iki alfabede de Türk dilinin özelliğini taşıyan ünlü harflerin yer aldığı da bilinmektedir.
6. asırdan sonra İslamiyet’i kabul eden Türkler, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yazılarında ünlü harflerden yoksun Arap harflerini kullanmışlardır. Birinci Dünya Savaşının sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ile yazı dilinde değişimin gerekliliğini dikkate alan Orta Asya Türkleri tarafından ilk adım atılmış ve 1928 tarihinde harf inkılabı ile Türkiye, ünlü harflerini içeren Latin harflerini kullanmaya başlamasıyla Rusya, Orta Asya Türklerinin alfabesini Kiril alfabesine çevirmiştir.
Osmanlıca dersleri olarak gündeme getirilen konuya gelince 24 aşiretten oluşan ve İslamiyet’i kabul eden Oğuz Türkleri ana yurtlarından Asya’nın batısına göç etmeleri sonucu bölgede beylikler, emirlikler, devletler ve hatta imparatorluklar kurmuşlardır. Bunların arasında Kınık boyu Selçuk İmparatorluğunu, Kayı boyu ise Osmanlı imparatorluklarını kurdular. Ne Selçuklu ne de Osmanlı diye bir milletin ve ne de bir dilin olmadığını belirtmek isterim. Selçuklu da Osmanlı da Türk’tür ve kullandıkları yazı ise Arap harfleri ile eski Türkçedir.
Osmanlı dersleri diye ortaya atılan ve gündemi işgal eden konu hakkında ister yurt içinde ve dışında bazı sorgulamaları da beraberinde getirmiştir; konu Osmanlıyı diriltmekten başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin hedef alındığı ve mezar taşlarının okunmasına kadar indirilmektedir. Öncelikle Osmanlı egemenliği dahil tarih boyu gelmiş geçmiş tüm imparatorluklar kılıç gücü altında kurulmuştur. Günümüzde bu gücün yerini her alanda Know-How (bilgi sanatı) üstünlüğü almıştır. İşte ABD, Rusya, Çin. Türkiye’nin durumu ise ortadadır. Türkiye’nin bugün içerisinde bulunduğu durumda Osmanlıyı diriltmek abesle iştigaldir.
Muasır medeniyeti yakalamak T.C.’nin kuruluş felsefesinin önemli unsurlarındandır. 1928’de yapılan harf inkılabı bu hedefin gerçekleşmesi için atılan önemli adımlardan birisidir. Bu inkılabın devreye girmesi ile bir önceki döneme göre okuma-yazma oranındaki yüksek derecede artış göstermesi bunun önemli bir kanıtıdır.
Osmanlı döneminde halk arasında her ne kadar konuşma dili olarak halis Türkçe hüküm sürmesine rağmen saraylarda ve edebiyatçılar arasında kullanılan Türkçe üzerinde aşırı derecede Arapça ve Farsça kelimelerinin dahil edilmesi, halktan ayrı, tepeden bakan ve kendilerini çok üstün gören bir kesim yaratmıştır. Böylece o zamanda da ve şimdi de eski Türkçe okuma ve yazma için, sadece Arap alfabesini öğrenerek değil, Türkçeyi istila eden Arapça ve Farsça kelimelerinin de anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Osmanlıca denilen eski Türkçede ünlülerin yokluğu birçok kelimenin yazılışı aynı olmasına karşın iki veya üç anlam ifade etmektedir. Örneğin gül, göl, gol/un, ün, on vb. eski yazı ile aynen yazılır. Bu durumun Türkçeyi ne hale getirdiğinin farkında olanların; III. Selim dönemindeki reform çalışmaları, 1876 yılında Türkçe dilinin Kanuni Esasi’nin 18. Maddesinde resmi dil olarak yer alması ve Tanzimat Döneminde Enver Paşa’nın ıslahat girişimleri sonuç vermemiştir.
Mezar taşları saplantısı kimseyi tedirgin etmesin. Önemli taşların tespiti yapılmış olup, yalnız Türkiye’de değil dünyada mevcut Osmanlı eserlerinin ve arşivinin doğru dürüst bir şekilde korunup korunmadığı araştırılmalıdır.
Tabidir ki çocuklarımız diğer yabancı diller yanında eski Türkçeyi araştırma amacıyla bilmelidir. Ancak zorlukların başında harfler değil eski Türkçede Arapça ve Farsça kelimelerin aşırı derecede varlığıdır. Bu itibarla harflerin yanı sıra Arapça ve Farsça dili öğretildiği takdirde daha yararlı olacaktır.
Osmanlı’da, Türkiye’de Türklerin malıdır.