Tezkere konusu ne iktidar partisi ne de herhangi bir siyasi partinin meselesi olmayıp Türkiye’nin ulusal güvenliği, egemenliği ve her türlü risklere karşı teyakkuz halinde, uluslararası hukuk çerçevesinde siyasi ve askeri eylemler başta olmak üzere her türlü tedbiri almak amacıyla tamamen Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin korunmasıdır.
Tezkereye yukarıda sözü edilen perspektif dışında ister bilerek veya bilmeyerek ileri sürülen yaklaşımlar veya yorumların farklı mecralara gideceği ve mutlaka başka çıkarlara hizmet edeceği ise aşikardır.
Tezkerenin TBMM’nin onayından geçmesi Türkiye’nin kesinlikle elini kolunu sallayarak savaşa gideceği anlamına gelmemektedir. Bazıları tarafından ileri sürülen müdahale yapılacağı iddiaları, ancak ve ancak BMGK onayı başta olmak üzere uluslararası hukuk boyutu çerçevesinde mümkün olabilir.
Türkiye’nin bu defa, galiba geçmişte yaşanan olaylardan ders almış olarak, dikkatli davrandığı hususu bazı yabancı medyanın da dikkatini çekmiştir. Geçmişte yaşanan ve tanık olduğumuz bazı olayları bugünkü IŞİD kriziyle ilişkilendirdiğimizde;
* 1990 yılında “Kuveyt’e gir” denilen Saddam’ın başına gelenleri gördük. ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Bayan April Glaspie’den cesaret alan Saddam’a karşı Amerika, işgalden sonra herkesten önce yan çizdi ve imzalanan ateşkes antlaşmasında uçuşa yasak bölgeler için helikopter kullanımı dahil edilmedi. Bunun sonucunda Saddam’ın kullandırdığı helikopterler sonucunda Türkiye’nin sınır bölgesine yığılmalar olmuş ve Irak’ın kuzeyinde güvenli bölgede Türkiye’nin insiyatifi dışında kurulmuştur. Bugün Esad veya IŞİD tehdidi sonucunda Türkiye’de bulunan yaklaşık 1,5 milyon sığınmacıya rağmen aynen Irak’ta olduğu gibi Türkiye’nin insiyatifi dışında Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgenin ihdas edilmesi hedeflenmektedir.
* 1 Mart 2003 tezkeresi Meclis’ten geçmemesine rağmen TSK’leri ABD Koalisyonuna yapmış olduğu katılım talebinin Genel Kurmay’da KDP tarafından reddedildiği devlet arşivlerinde yer almaktadır. Buradan çıkarılacak sonuç tezkere geçmese dahi müdahil olunabilir. Diğer taraftan Kürtler ne 1991 de ne de 2003’de savaşmadılar ve bugün de Esad’ın sırf Türkiye’yi tedirgin etmek amacıyla Kobani başta olmak üzere Kürtlere tahsis ettiği bölgelerde başkalarının savaşması istenmektedir.
Diğer bir husus ise, ABD’nin girişimleri sonucunda 1998 yılında Talabani ve Barzani bir araya gelerek Washington antlaşmasını imzalandı ve 1996’da imzalanan Ankara Mutabakatı devre dışı bırakıldı. Bugün de yine ABD’nin girişimleri sonucu PYD lideri Duhok’ta KDP lideri ile geçen hafta bir araya geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, daha önce PYD yetkilileri ile hiç görüşülmüyormuş gibi, ilk kez PKK’nın uzantısı olan PYD ile resmen temas kurulduğunu dün açıklamıştır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında ABD, enerji hattının kontrolü amacıyla bölgenin yeni haritasını Kürtler üzerinden çizmeye çalışmakta ve Türkiye’den de sonucu belli olmayan taleplerde bulunmaktadır.
Ana muhalefetin ise Kobani için özel bir tezkere çıkaralım ve Kobani’ye girelim, hemen çıkalım demesi düşündürücüdür. Sanki çocuk oyuncağıymış gibi. Orada yüksek teknolojiye haiz Rus silahlarıyla donatılmış pusuda bekleyen Suriye ve etkinliği olan İran’ı hiç düşünmüyorlar. Ana muhalefet Telafer ve 91 gün kuşatma altında kalan kahraman Emirli için neden ses çıkarmadı? HDP’nin ise çelişkili açıklamaları geçen yazıda dile getirilmişti. İç güvenlik paketini bekliyoruz.
Irak’a gelince Kerkük büyük bir tehdit altında, Irak’ın üçüncü büyük şehri olan Ambar’ın şu anda yüzde 70’i IŞİD’in eline geçti. Ambar düşerse Bağdat ve Kerbela için büyük bir tehlike oluşturur. Bilmem bu iş ne kadar devam eder? Hülasa Türkiye ateş çemberinin ortasındadır. Ok yaydan çıktığı için Türkiye bu işin dışında kalamayacağı gibi Batı ile dayanışma içerisinde olmak zorundadır ve eğer Batı elini taşın altına koyacaksa farklı değerlendirmeler de dikkate alınabilir. Her halükarda Türkiye’nin çok çok dikkatli olması gerekmektedir.