Ona bir kahvehaneden bozma kafenin önünde rastladım. Yüzü sanki tuvalinde efsaneleştirdiği yüzlerin iç dünyasını onlardan daha iyi bilen Hollandalı ressam Rembrandt tarafından yeniden inşa edilmiş gibiydi. İnce, titrek, zarif, çelimsiz parmaklarıyla içi çay dolu ince belli bardağı okşamaya çalışıyordu sanki, ağırdan dudaklarına götürürken. Bardak, bir ihtiyar dalgınlığı anında düşüp kırılmasın diye kucaklanıyordu yaşlı kadın tarafından… Seksenli yaşların ortalarında olmalıydı ama gözlerindeki fer kaybı az gibiydi. O yaşa kadar başa gelen onca yaşanmışlığın ağırlığı, yorgunluğu, hayal kırıklığı, özlemi, acısı, yoksunluğu bire bir yansıtıyordu sanki beyaz perçemlerinin altındaki o dalgınca bakan melankolik deniz mavisi gözler…
Üç ya da dört masa ileride bir yerdeydim ikindi vakitlerinde mekanda ve garsona üçüncü çayımı söylemiştim. Onu izlediğimi görmüş hissetmiş miydi, emin değilim. Ama sanırım ben dahil orada olan hiç kimse umurunda değildi yaşlı kadının. Bir nedenle oradaydı o vakitlerde ve çayını yudumluyordu. Bir süre sonra çayı bitti. Yorgun, küçük, yaşlı eli yukarıya kalktı ağırdan ve garsona, "Evladım bir çay daha lütfen" dedi. İşte tam da o zaman daha yakından görebildim gözlerini…
O gözler kadının çaresizliğini, yaşlılığını, bu dünyada artık fazla zamanının kalmadığını, korkularını, acısını haykırıyordu sanki. . Her çizginin farklı bir anlamı olmalıydı. Muhtemelen diye geçirdim içimden yaşadığı derin ve bütün benliğini kaplayan üzüntü, kendine sağlam bir yer bulmuştu baktığım o yüz hatlarında…
Bir süre sonra ağır ağır toparlandı yaşlı kadın Kadıköy yakasının çay bahçelerinin birinde. Garson saygıyla uzattığı parayı aldı. Hafif çantasını ince koluna zerafetle takıp uzaklaşırken yaşlı kadın, o derin üzüntüsünden yaşıma uygun düşecek kadarını bana miras bıraktığını duyumsayarak ürperdim. Ve içimi bir anda dolduran o karamsarlığı atabilmek için başımdan, derin bir soluk alıp verdim.
Mekandan kalkarken bir yarım saat kadar sonra, "Bir ayna bulsan iyi edersin usta" diye söylendim. Çok geçmeden çıktı karşıma ayna. Kısa bir tereddütten sonra yürüyüp gittim. Zira aynaya bakacak cesaretim yoktu...
*
BEYEFENDİ
İçte ve dışta kaos...
Kendi kişisel tarihinin labirentlerinde dolaşmayı pek sevmese de kaçamıyor bundan bazen. Geçmişte yaşanmış ve çoktan orada, ait olduğu yerde kalması gereken bir ağır hata, bir hayal kırıklığı, bir korku, endişe ya da ürkeklik günümüze göre ambalajlanmış bir sıkıntı olarak çıkıyor karşısına.
Kaçamıyor bunlardan Beyefendi ve bazen bıkkın, bazen de kararlı bir ifadeyle "Bu kader belki de" diye söyleniyor, "evet, bir kaos var, tamam. Bunun içte olanı benimle ilgili bir durum. Benim başıma sardığım şey... Ancak dışarıdaki benim eserim değil. En azından hepsi değil. Dışımdaki ve müdahale edemediğim hayat çullanıyor üstüme. Ve iki sarsıcı karmaşayı aynı anda yaşıyorum." Bu durumlarda bir kasvet çöküyor ruhuna Beyfendi'nin. Ancak bunun uzun sürmesine izin vermiyor ve şöyle rahatlatmaya çalışıyor içini:
"Bunlar aslında başa çıkabileceğin şeyler. İçini kendin katlanılır hale getirebilirsin. Sonunda yaşananlar karakterinle ilgili şeyler. Dışarıya karşı da içerden aldığın güçle savaşabilirsin."
Ve sonra bu laf sağanağının altında uzun yıllardır kim bilir kaç kez ıslandığını düşünerek hüzünlü bir gülümseme yayılıyor yüz hatlarına.
Zira bu gülümsemenin çok geçerli bir nedeni var. Ve hemen bir cümle daha kuruyor ister istemez:
"İyi de senin iç dünyanda hiçbir zaman barış olmadı ki! Dingin bir ruh hali ne kadar da yabancı sana... Gücü nereden alacaksın..."
Bir darbe diyor sonra içinden. İçten gelen, baş edilmesi her zaman kolay olmayan, insanı sürekli tetikte olmaya, savaşa davet eden bir darbe bu.
Kendi yakasına yapışan parmaklarını çekiyor sonra. Ve son noktayı koyuyor birkaç cümleyle bir kez daha:
"Seni sen yapan da bu kaosun yarattığı iki şey: Öngörülebilir değilsin ve sınırların yok! Memnunsan ağlama..."
*
İNSANLAR
Tarkan Abi...
Geçenlerde uğradığım Gelibolu'da, kıymalı börek tütmeye başladı burnumda nedense... Bir mekan bulmalıydım. Soruşturdum. Bir adam ve bir dükkan söylediler. KARDELEN börek ve pide evi... 5 dakika sonra buldum. İşletmecisi Tarkan Abi ile tanıştık. Yaşı yetmişe yakın ancak gençlere taş çıkartacak kadar atik. Çalışkan, samimi, sevecen biri, işini çok iyi yapıyor, börekler nefis... Bir gelenin bir daha geldiğini ve sonra alışkanlık yaptığını anlıyorsunuz kısa zamanda. Ve ertesi gün, oteldeki kahvaltıya bakmadım bile. Soluğu orada aldım. Kolay gele Tarkan abi... Yolum düşerse yine sendeyim...
*
FOTO HABER
Baba ile kızı
İstanbul'da güzel bir gün... Baba yol kenarındaki bir sete yaslanmış, cep telefonuyla kendini sosyalleştirirken, çok önemli bir işin peşindeymiş havası veriyor. Küçük kız muhtemelen babasının böylesine önemli(!) vakitlerinde rahatsız edilmemesi gerektiğini deneyimleriyle öğrenmiş. Rahatsız etmiyor babayı. O da güneş gözlüğüne takıyor... Onu evirip çevirerek, kendine yakıştırmaya çalışıyor. Baba-kızı bir süre çaktırmadan gözlüyor fotoğrafçı ve devam ediyor yoluna...
*
İŞTE O KADAR
Verdiğini hiç unutmayan, ama aldığını çabucak unutan insandan daha tehlikelisi zor bulunur.
*
OKUYUNUZ
Irvin D. Yalom "Annem ve Hayatın Anlamı" kitabında psikoterapi ve hayatın anlamını arama çabasında kendisinin ve hastalarının yaşadığı deneyimleri konu ediyor... Ölümünden birkaç yıl sonra düşlerine giren kendi annesi; kansere yakalanmasına rağmen hayatın anlamını yitirmeyen Paula; çok sevdiği ağabeyini ilk gençlik yıllarındaki bir araba kazasında yitirmiş ve şimdi de beyin kanserine yakalanmış kocasının ölümüne kitlenmiş Irene ve diğer yaşantılar. Ve daha çok şey...