KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır

Reklam yıldızı yazar...

Geçenlerde otuzlu yaşların ortalarında üniversite mezunu bir vatandaşla sohbet ederken, konu reklam sektörüne gelince, “Yahu” dedi, “adam çok ünlü, paraya da ihtiyacı yok. Niye gider de bir firmanın berbat ürününün reklamında oynar?”

Yıldızın adını anmayalım burada, ünlü işte, herkes tanır. Kendini yeterince madara etmiş, etik bir tokat da biz atmayalım. Vatandaşa kapitalizmi anlatacak halim yoktu. On yıl önce üniversite bitirmiş birinin konu hakkında bilgisi olması gerekiyordu deyip geçiyorum.

Ancak geçemeyeceğim bir şeyler var. Ve tuhaf, tiksinç, racona asla uymayan, yakışmayan, ayıp şeyler bunlar...

Bu reklam yıldızı tiplerin çoğunun malı mülkü sülalelerine bile yeter. Ama bunlar çok aç olmalı ki, en abuk ürünlerin en abuk reklamlarına bile yıldız yazdırıyorlar kendilerini. Eh, bu millet de eşek ya, sırf beyefendi ya da hanımefendi, o reklamda samimiyetsiz, zorlama, bilmem neresini yırtarak saçmaladıkça gidip o ürünü alacak! Almıyor tabii ki. Ancak arkadaş deveyi hamuduyla götürüyor.

Bakıyorsunuz yıldıza...Gülüş, duruş, mimiklerde samimiyetten eser yok. Ses tonu ben sahteyim diye avaz avaz bağırıyor. Adam az önce ekranda organik ürünlerle yapılan yemeği tanıtmış, övmüş. Şimdi ise karşınızda deterjan reklamı yapıyor. Gözümüzün içine baka baka, kimyanın nasıl da çevre dostu olduğunu anlatıyor, kılıktan kılığa girerek. Adam haftanın beş günü saatlerce güya tarafsız haber proğramı yapıyor, köşesinde siyasete ayar veriyor, ardından bir bakıyorsunuz ki hazret, müdürünün “müşteriyi tenhada kıstırın” talimatı veren bir bankanın reklamında boy gösteriyor...

Yıldızcık, banka reklamından çıkıp, soluğu solcuların, kıymeti kendinden menkul “çağdaş” arkadaşların, “sisteme karşı” eyleminde buluyor. Ama bunlar hala solcu, hükümet karşıtı, çevreci, Kemalist, hayvansever, hümanist, entelektüel... Ne yaparlarsa yapsınlar, toz konmuyor mübareklere...

İnsan sormadan edemiyor; yahu sizin paraya o kadar da ihtiyacınız yok be, asıl derdiniz ne?

 

*

 

OKUYUNUZ...

15-006.jpg

DanimarkalI kız, alışılmadık gerçek bir aşkın hikâyesi... Kopenhag, 1925. Greta; Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi almaya gelmiş genç bir kızdır. Akademide utangaç ve içine kapanık hocası Einar’la tanışır ve ona âşık olur. İki genç evlenir ve hayatlarını resme adarlar. Greta insan portreleri konusunda uzmandır ve bir gün modeli provaya gelemeyince Einar’dan kadın kıyafeti giyip kendisi için poz vermesini rica eder... Ebershoff, sessiz sedasız ancak büyüleyici, tarihteki bir dönemi hayal gücüyle harmanlayan ve empatinin önemine dikkat çeken bir başyapıt sunuyor...

 

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Bir şeyin olmasını istersen

Bir zamanlar attığı her adımın kendini bir başka felakete doğru sürüklediğine inanırdı Beyefendi. Gerçi başına az iş de gelmemişti o zamanlar. Ve bu başına sardığı işlerin nedenlerini yıllar yılı düşünüp durdu. Pek de inandırıcı cevapları yoktu. Kendini kuru bir yaprak gibi rüzgarların önüne bıraktı üç beş yıl kadar. Ve gördü ki, hayat kendisinden daha doğal, olması gerektiği gibi, daha doğru davranıyor. Bunun yaşlı bir dostunun çabalarıyla farkına vardığında ise, yapılması gerekenin cevapları doğru yerde aramak olduğunu anladı.

Hayatın, esasında pozitif enerjiyle yüklü olduğunu düşünüyordu artık.

Amerikalı yazarların orta sınıfı kandırmak için pozitif enerjiyi maymuna çevirmelerine aldırmıyordu elbette, ancak yaşam deneyimlerini tarafsız bir gözleme tabi tuttuğunda sorduğu sorular ve kendine telkinler vardı...

Senin için çok önemli olan ne?

Kararını verdin mi?

Verdiysen hadi bakalım, hareket başlasın. Hedefin için elinden geleni yapmaya hazır ol önce.

Ve odaklan. Enerjini esasını asıl hedefini gerçekleştirmek için seferber et.Elinden geleni yaptığın takdirde, başarıya ulaşacağına yürekten inanıyor musun? Kendine güveniyor musun? Tuttuğunu koparan biri misin peki? Değilsen, olsan iyi olur. Ara, içinde böyle bir yetenek açığa çıkmak için seni bekliyor olabilir büyük olasılıkla. Birkaç yıl önce kendine bu telkinlerde bulunduktan sonra, anlamlı bir hedef belirledi. Ona odaklandı. İnandı. Ve gördü ki, başarıya giden yolda sergilediği kararlılık karşısında pozitif olan herkes ve her şey, amacı için yardım ediyordu ona...

Artık bu büyük hayat kavgasında önemli bir cephedeki muharebeyi kazandın diye mırıldandı Beyefendi ve Boğaz havasını derin bir solukla doldurdu ciğerlerine, vapur suları yararken...

 

*

 

FOTOHABER

16-004.jpg

Gülhane Parkı’nda, bir ağacın altında... Aylardan Mayıs... Pek ihtiyar değil, ama epey bir hayat deneyiminden geçmiş gibi. Toprağa atmış kendini keyif yapıyor. Öyle görünüyor daha doğrusu. Ancak hüzün de var duruşunda. Ürkeklik, bilgelik, o anın tadına varmak... Niye olmasın! Karın doyduysa, sağlık yerindeyse, değme gitsin halleri de olabilir bu dostumuzun tavırlarında. Bir tek fotoğrafçı farkında. Belki bir de gölgesine sığındığı ağaç...

 

*

 

HAYAT BU...

Hüzünlü gülümseme

Yaşlanırken bilgelik kapını çalar. Biraz daha yaşlanınca hastalık kapıya dayanır, bedeninin esiri olursun... Bir arkadaşın annesi, vakti zamanında bir yazlık satın alır. Yaşlanıp hastalanana kadar gidip gelir yazlığa. Çok sevdiği çiçekleri vardır yazlıkta ve artık gidememektedir. Gelininden onlara iyi bakmasını rica eder. O da bakar zaten. Güllerin her dalı verimli değildir o aralar. Ancak anne memnun edilmelidir. Resimlerini çeker birkaç dalın. Sonra bunları akıllı telefon marifetiyle çoğaltıp dalları çiçekten yıkılan bir şaheser yaratır. Ve eseri gösterilince  bütün benliğiyle gülümser anne. Gelin de gülümser, ancak hüzün ağırlıklıdır bu gülümseme...