Geçenlerde bir dostum, sıkı bir palavra dinliyor yaşlı bir meslektaştan. Yanıma geldiğinde, anlatmak istiyor palavrayı, ancak tutamıyor kendini, gülmekten kırılıyor. Sonunda başarıyor palavrayı nakletmeyi. Adam muhteşem sıkmış... Bu kez ikimiz birden yerlere yatıyoruz.
Dostumu uğurladıktan sonra düşünüyorum. Konu önemli, ciddi, vahim... Zira 75 yaşında okumuş, bir kurumu yönetmiş birinin endazesiz palavra sıkması bir insani eksikliğe, zaafa ve ihtiyaca tekabül etmeli! Sözlüklere bakıyorum palavra için. 3 anlam çıkıyor karşıma. Gerçeğe aykırı, uydurma söz ve haber. Uzun ve boş konuşma, martaval. Ve de posta vapurlarında üst güvertenin altındaki güvertenin adı...
Derler ki, palavra denen illet, insanlığın avcı toplayıcılıktan yerleşik yaşama geçmesiyle, yani tarım devrimiyle sahne alır. Ve de bizim buralarda, bu topraklarda... Bu da demek oluyor ki, çok yaşlı, yüzlerce kuşak gömmüş toprağa, ancak kendisi hala taze, güçlü ve gerekli. Ve bize de yabancı değil.
Şimdi gelelim bu önemli meselede palavracıya... Bir insan niye palavra atar? Birkaç nedeni var. Kendisini önemsiz biri olarak gören bir insan, önemsenmek, sevilmek, fark edilmek, kendine o anda bulunduğundan daha büyük ve güvenli bir yaşam alanı açmak için sıkar palavrayı asıl olarak. Evet, konu önemli... O yaşta adamların gözünüzün içine baka baka yalan söylemesi hayra alamet değil. Palavra sıktığını siz bilirsiniz. O da sizin bildiğinizi bilir. Ama yine de sıkar palavrayı. Şaka bir tarafa, palavracılık, bir alay eksikliği, ezikliği, zavallılığı ima ediyor. Ayrıca bir sanat dalıdır da... Zamanla uzmanlaştırır insanı. Akıllı bir palavracı, öyle kanıtlanabilir bir olgu ya da şey için atmaz. Mesela, bir tokatta ayıyı yere serer avcıysa şayet. Tekmeyle tavşan öldürür. İyi palavradır bunlar. Zira ne ayı ne de tavşanın palavrayı ortaya çıkaracak hali yoktur. Demem o ki, çevrenizde mutlaka vardır bunlardan. Ve bence bu insanları gırgıra alırken, eksikliklerden kaynaklanan zavallılıklarını da aklınızdan çıkarmayın. Ve onlara iyi davranın!
*
OKUYUNUZ...
Çağdaş İran edebiyatından modern bir başyapıt Goli Taraghi’nin romanı. Külrengi bir gökyüzü altında sabırlı, vakur, mağrur, tatlı dilli karakterlerle dolu bir roman “Kış Uykusu” . Goli Taraghi adım adım yaklaşan büyük değişimin yarattığı endişelerle boğuşan, hayatın gittikçe zorlaşan koşulları karşısında kalplerini temiz tutup yaşamayı sürdürmekten başka seçeneği olmayan sıradan insanların hikâyesini, yalın ama görkemli bir şiirsellikle anlatıyor.
*
BEYEFENDİ
Sigara ile Karadenizli
Geçenlerde önemli bir işi çıktı Beyefendi’nin ve tıraş olması gerektiğini duyumsadı. Her zaman gittiği berberin kapısında buldu kendini, ancak yarım saat beklemesi gerekecekti. Özür dileyerek bir başka berbere yöneldi. Vaziyet uygundu ve bıraktı kendini koltuğa. Tıraş ve sohbet sürerken, “Abi ” dedi berber, “burnunun sol yanında bir kemik eğri, kırık sanırım, nefes almakta zorlamıyor mu seni?”
Güldü ve “Yaklaşık 30 yıl sigara içtim. Günde iki paket hem de. O zamanlar çok zorlanırdım nefes alırken. 4 yıl önce bıraktım ve şimdi çok rahatım” dedi Beyefendi.
Yan koltukta kelleyi berbere teslim etmiş orta yaşlı tıknaz adam sigaradan söz açılınca önce bir ahlandı. Berbere bir dakika işine ara vermesini işaret etti ve döndü Beyefendi’ye: “Nasıl başardınız sigarayı bırakmayı? Ben onca çaba harcadım ama bir türlü beceremedim.”
Beyefendi de kendisiyle ilgilenen berbere dur işareti yaptı. Adamdan yana döndü. Ve sigara bırakma hikayesini nakletmeye koyuldu. Bakalım ne söyledi...
“O zamanlar İzmir’de yaşıyordum. Yolu yokuşta bir markete giderken tıkanmıştım sigaradan. Soluk almam zorlaşmış, bacaklarımda derman kalmamıştı. Ama o da ne? Yanımdan hızlıca yürüyüp giden bir adam vardı. Ve en az yetmiş yaşındaydı. Ben ise 50. Durdum. Derin bir soluk alıp verdim. Tazı gibi giden ihtiyarın ardından baktım. Marketten vazgeçip eve döndüm. Sigara paketini masanın üstüne hışımla bıraktım ve ona dedim ki: Sen sigara isen ben de Karadenizliyim. Seni bırakıyorum. Ama bana ve sana eziyet olsun diye bir şey yapacağım. Sen bu masanın üstünde tam 3 ay ikamet edeceksin. Ve ben senden bir dal bile almayacağım. Sonra da atacağım seni çöpe!
Dediğim gibi yaptım. Tam 3 ay. Zor oldu, ama başardım. Elin mi beyin mi yaman olduğunu gösterdim sigaraya. İşte böyle bıraktım...”
Dikkatlice dinleyen tıknaz adam, “iradeeeee” diye söylendi birkaç kez ve teslim etti kelleyi yeniden berbere...
*
SOKAKLARDAN
Mola vakti...
Burası İstanbul’da bir sokak... Vatandaşın kurduğu eskici timi, bebek arabalarından bozma üretim araçlarını sokakta bir köşeye alarak dinlenmeye çekilmiş. Kimi plastik bardaktan çayını yudumluyor, kimisi dinleniyor, kimisi bağıra çağıra konuşuyor, kimisi de aç mideye birkaç lokma indirme derdinde. Birazdan mola bitecek, derlenip toparlanıp kalkılacak. Ve işe yarayacağı umulan eskileri toplama mücadelesine devam edilecek...
Foto: Nurettin İğci
*
MEDYADAN
Le Monde Şaşırtmış
Bir meslektaşımız yaklaşık 30 yıl önce 6 aylık staj için Paris’e gider. Solun önemli kalelerinden Le Monde gazetesinde çalışacaktır... Keyiflidir. Zira işi köklü bir gazetede ustalardan öğrenecektir. Gazetenin sabah haber toplantısına davet edilir. Serviş şefleri ayakta gündemlerini yayın müdürüne aktarır ve gider. Meslektaş, nezakete, gazetenin kimliğine ve insan haklarına aykırı bulur durumu ve bu garip işin nedenini sorar müdüre. Şöyle bir yanıt verir müdür mealen: “Şayet şefler oturup da gündemlerini öyle sunarlarsa bu toplantı en az iki saat sürer. Ayakta olduklarında ise gördüğün gibi 20 dakika. Zaman çok önemli...”