KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır

Yanılıyor olabilir miyim?

Eskilerde yollarımız bir şekilde kesişmişti. Sonraları da zaman zaman karşılaştık onunla ve yaşananlar hakkında birkaç kelam ettik elbette. Ve bu eski arkadaşa hayran kaldım her seferinde...

Pek okumaz, ancak maşallah her konuda bülbül kesilir. Gazete okuru kendileri ve daha çok sosyal medya çöplüğünden beslenir. Hiçbir olguyu, olayı, meseleyi derinlemesine araştırma zahmetine girmez. Tembeldir. Öylesine saplantıları var ki, asla değiştiremezsiniz. Yahu trafiğin haline bak deseniz, efendim bu sistemin sorunu, biz iktidara gelirsek (ki devrimci biraz kendileri) halledeceğiz der. İktidar partilerine ve kendi gibi düşünmeyene düşmandır, ancak sorsan sıkı demokrat! Bir olayın gerçekte ne olduğunu, neden yaşandığını, o olayı yönlendirenlerin niyetlerinin ne olduğunu, tarafsız, ciddi, derinlemesine bir bakışla anlayabilirsiniz elbette. Ve de zahmete girerek tabii ki. Ancak onun böyle bir derdi yoktur. Hazır kalıpları vardır ve her olaya birisi uyuyordur mutlaka... Düşüncelerinin hep kaya gibi sağlam olduğunu düşündü. Asla özeleştiri denen kavramın yanından geçmedi. Düşünmüyor da. Düşünce yerine koyduğu önyargı ve saplantılarını bağıra çağıra seslendiriyor, öfke kusuyor, küfrediyor, saygısızlıkta sınır tanımıyor. Yapay bir sınıfın prototipi kendisi. Ve o sınıfının her üyesi gibi, yaşam tarzına hasta. Ve tuhaf olmayan bir şekilde, yaşam tarzını solculuk zannedecek kadar da hasta! Ve o “tarz”ın yeryüzünde tek, doğruluğu asla tartışılamaz olduğuna iman etmiş.

Başlıktaki o soruyu asla soramadı kendisine. Korktu. Dehşete kapıldı. Çünkü yanıtının evet olabilme ihtimali bile, 40 yıldır kurduğu, içine saklandığı, kendisini orada ev sahibi olarak gördüğü, rahat ettiği dünyanın yıkılmasına neden olacağını biliyordu. Onun için de giderek gerçek hayattan kopuyor. Bu kopuş derinleştikçe öfkesi büyüyor ve daha bir üst perdeden ana avrat sövüyor halka... Hayat değişirken o değişmemeyi başarıyor! Az iş değil...

 

*

 

OKUYUNUZ...

1-532.jpg

Karınca Düşü, insan, toplum ve yurt gerçeklerini “derin” hissedenlerin görebileceği rüyalardan... Ütopyalar, imkânsızlıkları zorlama halidir. Bir başka deyişle imkânsızlıklara meydan okumadır. Romanın kahramanlarının ruh halleri “Karınca Düşü” görmeye elverişli olduğundan onları yadırgamadan anlayıp kabullenebilirsiniz. Bir yandan da rüyanın nerede bitip gerçeğin nerede başladığını ayırt ettirmeyen bir estetik ikliminde rüya gerçektir, gerçek de rüya. Yahya Akengin, hem somut âlemin hem düş dünyasının yolculuğuna çağırıyor okuyucuyu...

Karınca Düşü’nü okurken ülkemiz insanını da okursunuz...

 

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Çilingirle huzurun anahtarı

Bu belki de taşındığım yirminci evdir diye söylendi, küçük, hırpani, ahşap evin cemaline bakarken. Evi sahibinden yeni kiralamıştı. Mal sahibinin hali vakti yerindedir elbette dedi içinden, gelip beni soyacak hali yok, ama yeni bir başlangıç yaptın, şu kilidi değiştir yine de...

Sorup soruşturdu ve mahallenin çilingirini buldu. Kırklı yaşlara yaklaşmış biri. Adam kibirli. Mahalleyi beğenmiyor. Herkes ona göre, kötünün önde gideni. Hırt biri, ancak başka da anahtarcı yok. Kilit değiştirme işini veriyor adama Beyefendi, içine sinmese de...

Adam işinin ehli gibi. Tulumlarını giymiş, açtığı epey hacimli çantasında her faaliyeti için bir alet var. Ve işini az zamanda bitiriyor. Kontrol ediyor. Sağlam. Sıra ödemeye gelince, ustanın suratında belli belirsiz bir sırtlan gülüşü yakalayan Beyefendi’nin keyfi kaçıyor. Altıncı hissi sıkıntı sinyali verirken, herif alacağına bir 30 kağıt daha ekliyor. Bozuluyor Beyefendi. Al takke ver külah durumlarından sonra öfke içinde 20 kağıdı veriyor ustaya ve berbat ekşi bir suratla gönderiyor. Ve bu adamı rahatsız etmem şart diyor içinden. Ve birkaç gün sonra adamın işe geliş güzergahı ve saatini öğreniyor. Her sabah karşısına çıkıyor. Adama selam veriyor, halini hatırını soruyor. Kilitlerin pahalı olduğundan söz ediyor birkaç cümle. Her seferinde adamın gözlerinin ta içine bakıyor, en rahatsız edici bakışlarla. Heyecanlanıyor sahteci. Hissediyor bunu Beyefendi. Yüzü kızarıyor. Her an bir maraza çıkacakmış gibi tedirgin oluyor. On beş gün sonra işe gidiş saatini on dakika ileriye alıyor adam. Beyefendi bunu öğreniyor ve çıkıyor karşısına. Sonra adam daha geç geliyor. Durum değişmiyor. Rahatsızlığa devam... Adam en sonunda yolu değiştiriyor. Ve o yolda da buluyor adamı Beyefendi. Ve bir gün sonra yine gözlerinin içine bakarak, “Huzurun anahtarı... Anahtarın huzuru... Huzurun kilidi...” tekerlemesi eşliğinde yürüyüp gidiyor tedirgin çilingirin yanından...

 

*

 

SOKAKLARDAN

İşte sana poz...

Kadıköy’de iskeleye yakın bir yer... Çiçeğin, böceğin, yüreklerin, boğazın uyandığı bir öğle vakti... Küçük adam balonuyla keyfini çıkarıyor baharın. Bir ara demir parmaklıkların arasından sokuyor balonunu. Muziplikte sınır tanımaz çocuklar, o da böyle yapıyor ve başını da uzatıyor aralıktan. Ve tam da o sırada fotoğrafçı ile göz göze geliyor sevimli kerata. Ve şöyle okkalısından bir gülüş eşliğinde pozla, şereflendiriyor kareyi...

2-396.jpg

Foto: Nurettin İğci

*

*

 

MAZİDEN

Yaylalarda tazı gibi...

Artvinli bir ağabeyimin anlattığıdır...

Yirmili yaşlarda ayrıldığı Artvin yaylalarına 10 yıl sonra dönüyor 70’li yıllarda. Ve gider gitmez soluk almakta zorlanıyor. Doktora müracaat ederek vaziyeti anlatıyor. Tetkikleri dikkatle yapan doktor bizimkinin karşısında gülümseyerek şöyle diyor:

 “Korkma ölmeyeceksin. İstanbul’un havasına alışmış senin ciğerler. Orada oksijen az, bu yaylalarda ise gani. İki gün sonra adapte olur ciğerlerin merak etme...”

“Doktor haklıydı” diyor ağabey, “iki gün sonra kendimi tazı gibi hissetmiştim...”