KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır

Bir de açık adres verseydiniz!

Birkaç gün önce gece evde sıkıntılı birkaç telefon görüşmesinin ardından TV kanallarında bir gezintiye çıktım. İzlenmeye değer bir şey bulamadım. Bari dedim haberlere bir daha göz gezdireyim. Belki memlekette son dakikalık işler olmuştur. Aklı başında olduğunu varsaydığım bir ulusal kanala takıldım. Haberleri veriyordu bir kadın meslektaş.

Haber mealen şöyleydi...

“Emniyet Genel Müdürlüğü, çatışma bölgelerindeki operasyonlara katılan, görev dönüşü stres bozukluğu yaşadığı tespit edilen polisleri aileleriyle tatile gönderecek. Sağlık İşleri Daire Başkanlığı tarafından psikolojik teste tâbi tutulacak personele, test sonuçlarına göre çatışma bölgelerinin zorlukları ile mücadele edebilmeleri ve kısa sürede günlük hayata adapte olmaları için psikolojik destek verilecek. Bu süreç sonunda ’risk grubu’nda olduğu değerlendirilenlere tatil imkânı sunulacak ve yurt içinde başta Antalya olmak üzere turistik bir bölgedeki 5 yıldızlı otelde, her şey dâhil konseptinde aileleriyle ağırlanacaklar. Uygulama, zamanla çatışmalara giren personelin tamamını kapsayacak şekilde genişletilecek.”

Bir süre baktım ekrandaki vatandaşa.

Yahu dedim yüksek sesle biz ne zaman bir işi adam gibi, incelikle, zerafetle, kimse zarar görmeden, insanların gözünün içine sokmadan yapacağız?

Niye mi dellendim?

Anlatalım...

Efendiler...

Bu polislerimiz cehennemi bir çatışmanın içinden geliyorlar ve onlara dünyayı versek az. Bu ayrı bir konu. Peki, ne yapılıyor? Bu insanlar stres testine tabi tutulacak. Stres içinde olanları belirtilen ile ve de çok yıldızlı otellere her şey dahil konseptiyle gönderilecek. Bu ilan iliyle, yıldızıyla ilan ediliyor. Polisi çatışma bölgesinden alacaksınız. Sonra adını da verdiğiniz bir kentte bilmem ne kadar yıldızlı otellerde misafir edeceksiniz. Tamam, turizm sektörünün başının dertte, otellerin boş olduğunu anladık! Yahu iyi de bu kadar açık sözlü olmak zorunda mısınız? İlin adını niye veriyorsunuz? Yıldız sayısını vermek şart mı? İyi bari, bir de tam adresi verseydiniz!

Bir laf da medyaya... Birileri yapacağı bir hayırı, sonuçlarını düşünmeden cihanı aleme duyurmak isteyebilir. Bari biz aklımızı başımıza toplayalım ve onların düştüğü hatadan kaçınarak açık adres vermeyelim... Yerin kulağının olduğunu unutmayalım...

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

Aşk yabani bir hayvan mıdır?

Bir arkadaşı kısa bir denemeye bir süre odaklanmasını istedi Beyefendi’den. Denemeyi buldu. Kafasını boşalttı. Evinde ses çıkarması muhtemel her aletin fişini çekti. Pencereyi kapattı ve kitabı eline aldı...

Bölüm şöyleydi:

 “Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar dışında, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. Ancak gece karanlık basınca gizli yollardan şehre girer ve bahçelerin tarhını, ağaçlı caddelerin kanepelerini alt üst eder. İbadethanelerde her gün lanetlenen aşktır. Hükümetler polis ve jandarmayı ona karşı silahlandırır...”

Cümlelerin sayısı ne kadar da az diye geçirdi içinden, kitabı sehpanın üstüne koyarken. Ve devam etti sonra:  “Ama ne kadar anlamlı, vurucu, sarsıcı, güçlü, yalın ve derin...”

Peki, bu kelamı eden yazar kimdi?

Edebiyatın ideolojinin değil, estetiğin emrine verilmesi gerektiğini savunan bir akımın içinden geldi. Çok genç yaşta şiirler yazdı ve sembolizmin öncülerinden oldu. İyi bir eğitim aldı. Siyasal ve edebi akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının temsilcisi olarak yaşadı. Sıkı bir gözlemciydi. Gözlemlerini kendi prizmasından geçirerek anlattı. Sonbahar, akşam kızıllığı, hüzün ve karamsarlık önemli temaları oldu eserlerinde. Makaleleri, denemeleri ve gezi yazılarıyla da çok önemli bir yazar. Dili sade, etkileyeci ve güçlüydü.

Dolu dolu, ama kısacak bir ömrü oldu. 1884 yılında Bağdat’ta doğdu, 1933 yılında Kadıköy’de son nefesini verdi. Ahmet Haşim’di bu önemli adam...

Yukarıdaki cümlelerde Fransız sembolistlerden Remy de Gourmont’un da etkisi vardır diye geçirdi içinden Beyefendi, ancak bu Türk şairin etkisiyle, sözün gücünü azaltmıyor ki!

Neyse dedi sonra, bunlar derin mevzular, gel bakalım şimdi sadete...

Aşk diyarlarında bütün silahlarını evde bırakarak yıllar yılı dolaştığı aklına geldiğinde ürperdi. Aldığı yaraları, yürek yangınlarını, büyük mutlulukların hemen yanı başında üstüne çullanan görkemli kaybetmeleri düşündü. Aşk ile mantığı, düzeni, intizamı, huzuru, aklı, sabrı bir araya getirmek için nafile boğuşmaları doluştu zihnine. “Yabani bir hayvan” da evcil tavırlar ararken ne büyük yanılgılara düştüğünü şimdi daha iyi anladığıni itiraf etti içinden. Sonra kimisi belli belirsiz, kimi capcanlı bazı yüzler geçip gitti gözlerinin önünden bir süre. Kimisinde boğazı sıkıştı, kimisinde göz kapakları. Kimisine öylece baktı, kimini tanımaya çalıştı. Kimi uzak geçmişten çıkıp gelmişti, kimisi hala unutulmamıştı. “Güçlü cümleler” diye mırıldandı sonra, “ne kadar kaçarsan kaç, geçmişinle başbaşa bırakıyor seni böyle işte...”

 

*

 

OKUYUNUZ...

1-502.jpg

Delilik şimdiye kadar hep aşırılık, şiddet patlamaları, nöbetler, halüsinasyonlar olarak anlaşıldı. Ama ya sandığımız gibi değilse? Deli olmak ile delirmek arasında fark varsa? Harold Shipman’ı düşünün mesela. 250’den fazla cinayet işlemiş, ama yıllarca saygın bir hekim olarak görev yapıp insanların takdirini kazanmıştı... Tıp alanındaki en güncel araştırmalardan haberdardı, tutulan bir muayenehane işletiyordu. Nazik ve düşünceli bir insandı. Fakat bir yandan da pek çok hastasını özenle öldürmekteydi! Psikiyatristler onda bariz “akıl hastalığı” emarelerinden hiçbirini görememişti. Psikanalist Darian Leader bu kitapta gayet “normal” görünen, ama günün birinde ağır suçlar işleyebilen insanları inceleyerek deliliğin ne olduğuna dair bakışımızı değiştirmemiz gerektiğini savunuyor...

 

*

 

ŞAKA GİBİ...

Maille efendim, maille...

Ülkenin en büyük internet alışveriş sitelerinden biri. Arkadaşımız bu siteden bir ürün sipariş ederek satın alıyor. Ürün zamanında teslim ediliyor, fiyatı uygun. Ürünün kendisi reklamda belirtildiği gibi. Sorun yok. Ancak dert bundan sonra başlıyor. Her gün en az 10 mail alıyor arkadaşımız bu internet sitesinden. Durmadan ürünlerinin tanıtımını yapıyor şirket. Bal gibi taciz. Bir ara mailler o kadar çoğalıyor ki, bizimki beklediği maillere ulaşmakta zorluk çekiyor. Bu işe bir son vermek için şirkete mail atıyor ve bıktığını, artık mail almak istemediğini beyan ediyor. “Tamam” diyor yetkili mailinde, “isteğinizin sonucunu yarın size maille bildiririz.” Arkadaş ya havle çekiyor ve şöyle bir karşı mail yazıyor:

 “Artık şirketinizden mail almak istemiyorum. Bunu rica ettiğim halde hala mail atıyorsunuz. Buna bir son verin.”

Bir süre sonra bir mail alıyor:

 “Efendim sizi anlıyorum. Bu isteğinizi üst kademelere ileteceğim ve sonuç mail olarak tarafınıza iletilecektir.”

Arkadaşımız, “Allah’tan bilgisayar ısırılamayan bir şey” diye tıslayarak, alnına masaj yapıyor eliyle bir süre...

 

*

 

HAYVANCA

Bu kedi ne aç kalır ne de susuz...

2-369.jpg

Bir süre bulunduğu yerde debeleniyor, yuvarlanıyor, esniyor, sonra ayağa kalkıyor küçük kedi.  Çevresini alıcı gözüyle, dikkatle izliyor. Bir şeye ihtiyacı var, ama ne acaba? Derken dikkatini bir yere veriyor. Hedefi kontrol ediyor. Usulca atıyor kendini tezgahın üzerine. Su sızdıran musluğun önünde vaziyet alıyor. Ve dilini ustaca kullanarak susuzluğunu gideriyor. Ardından ne mi yapıyor? Bir süre yalanıyor tezgahın üstünde. Sonra çevreyi izliyor. Kararını veriyor. Aşağıya iniyor ve sakin adımlarla bir duvarın dibindeki gazete kağıdının üstüne kıvrılıyor...

Foto: Nurettin İğci

 

 

*

İŞTE O KADAR

Çikolata yerken bile mutlu olabilen bir kadını mutlu edememek, erkeklerin başarısı olsa gerek!