KONUK KALEM / Bahadır

KONUK KALEM / Bahadır

İki cinayet işlemiş ‘resmi’ ölü

Hırslı, yakışıklı, zeki bir genç; edebiyata düşkün “muhteşem” bir kızla tanışır. İçinden işte bu der. Ama ortada devasa bir sorun vardır. Kız kültürlü, bilgili, zeki, varlıklı bir aileye mensuptur. Bir taşıma şirketinde çalışan cahil genç ilk görüşte aşık olduğu genç kıza mutlaka ulaşmalıdır. Ama nasıl? Günlerce düşünür... Ve ışık hiç ummadığı bir yerde aydınlatır yolunu. Ölmüş bir eski askerin anılarını bulur bir evde. Ve bir fikir... Kız edebiyatı seviyor, o zaman bir yazara bayılır demektir bu! Bir fikir daha. Anıları kitap haline getir ve yayınlamasını sağla. Ve bir küçük sorun. Yazar dediğin kültürlü biridir. Yani okumak, gözlem yapmak, bakmak, görmek, analiz etmek, düşünmek, bilgi sahibi olmak ve genç kadının yanında sırıtmamak gerek. Bir yandan can havliyle kültürünü artırmaya çalışırken diğer yandan kitabı yazar. O sıralarda kız aşkını ilan eder. Kitap yayınlanır ve edebiyat çevresinde tutulur, yazar para kazanır. Yeni bir kitap siparişi alır. Evlenip kızın ailesinin “çok odalı, muhteşem” evlerine yerleşir. Yeni kitap için avans almıştır, ancak yazacak bir şeyi yoktur. Bu sırada iki adamla karşılaşır. Biri yaptığı hırsızlığı ifşa etme peşindedir, diğer adam şantajla haraca bağlamıştır yazarı. Adamlardan birini tesadüfen çıkan bir kavgada öldürür. Polis işi çözer ve yazarın peşine düşer. Ve bir cinayet kararı alır yazar. Kötü adamı aracına alır ve bir duvara hızla dalar. Ancak gerek aldığı önlemler gerekse de şans meleklerinin yanında olması sayesinde hayatta kalır. Polisten kurtulmak için kendini ölmüş şantajcının yerine geçirir ve aracı ateşe verir. Yazar artık ölüdür resmi kayıtlara göre. İki cinayetten de yırtmıştır, hayattadır, hapiste değildir, ancak ailesini kaybetmiştir... Aşık olduğu kültürlü bir kızı elde etmek için yola çıkmış ve 3 yıl sonra iki kişinin katili, ömür boyu kaçak yaşamaya mahkum biri olarak bulmuştur kendini...

Oysa bilmediği bir şey vardır... Genç kız onu daha başından beri olduğu gibi sevmektedir ve yazarlığı pek de umurunda değildir. Ve bir gün bunu öğrendiğinde dehşet içinde kalır genç adam! Kaçaktır ve karısıyla küçük kızının silüetlerini görebilecektir ancak... Arada bir, sokak aralarından, gizlice, uzaktan, gözleri dolu dolu...

 

*

 

BE­YE­FEN­Dİ

‘Muşta kullanmadık kanka...’

Kitlelerin Bilgeliği kitabını yazarı James Surowiecki’ye katıldı Beyefendi gece. “Eğitimsizler doğru seçim yapamaz” iddiasının aksine karar alma konusunda kalabalıkların iyi eğitimli azınlıklara kıyasla daha iyi  performans gösterdiklerine inandığını beyan etti. “Yazar haklı” dedi sonra, “Büyük kalabalıklar, özellikle toplumsal konularda, kolektif bir zekâya sahiptir.”

Ertesi gün yollardaydı. Ve büyük kalabalıklarla değil, tek tek bireylerle muhatap oldu. Henüz ana yola çıkmıştı ve başını kaldırıp denize bakacaktı ki, otomobilden bir baş uzandı. Sürücü yol soruyordu. Elinde ağırca bir poşet, öteki elinde şemsiye olan Beyefendi, “Bilmiyorum evlat” dedi. “Abi yol sorduk, niye bağırıyorsun” dedi adam. “Bağırmıyorum evlat, ses tonum böyle” dedi yumuşak bir tonda. Basıp gitti adam, çattık ulan der gibilerinden ellerini açarak...

Metrobüs sürücüsüne selam verme gafletinde bulunduğunu iki saniye sonra anladı Beyefendi, adamın Nemrut suratına bir bakış attığında. İki dakika sonra orta yaşlı birisi kalktı yerinden inmek için ve Beyefendi tam da yaşlıca bir adama oturması için işaret ederken, gençten bir adam obez mabadını indiriverdi koltuğa. Sabır dedi içinden adama ters ters bakarak. Bir durak sonra sıcak bastı ve indi Beyefendi. Orta yaşlarda bir kadın yol sordu. Tarif etti. Teşekkür hak getire. Kadın hızla yanından geçerken, ayağına basmaması için geriye sert bir hamle yapmak zorunda kaldı. Ve başka bir metrobüs...

Çok kalabalık değil araç. Ortalarda bir yerde ikide bir “kanka” sözcüğü tekrarlanıyor. Sesin geldiği yere bakıyor Beyefendi. İki hoş liseli genç kız görüyor. Saçlar at kuyruğu. Yüzlerde zafer kazanmış bir ifade. Biri kocaman bir telefonla arkadaşıyla konuşuyor. Seslice. “Onlara fena daldık kanka” diyor. Bir iki saniye nefes alıyor genç kız ve devam ediyor eylemiyle büyük gurur duyarak:  “Ortaya aldık onları kanka. Yumrukladık, saçlarını yolduk kanki...” Az bir süre suskunluk. Yüz ifadesindeki zafer kazanmışlık hali daha da belirgin ve devam:  “Pislikler muşta kullandığımızı söyledi, ama yalan kanka, yalan. Biz yumruklarımızı konuşturduk kanka... Baaayyyyy kanka...”  Biraz da yan gözle baktı kızlara Beyefendi. Zira her an lafla ya da fiziksel bir dalış durumunun hedefi olabilirdi. Sonra kendini ilk durakta attı dışarıya. “Evet, evet” diye mırıldandı merdivenlere yönelirken, “kitlelerin bilgeliği...”

 

*

 

OKUYUNUZ...

1-177.jpg

Koku adlı romanıyla, dünyada olduğu gibi yurdumuzda da alışılmadık kalabalıklara ulaşan genç Alman romancısı Patrick Süskind’in bu romanı, “Güvercin” de yine usta çevirmen Tevfik Turan’ın Türkçesiyle okura sunuldu. Bu kısa romanın başkişisi Jonathan Noel, olaylardan kaçan, içine kapanık, sıradan bir insandır. Yıllardır bir bankanın bekçiliğini yapmaktadır. Bütün yaptığı da bankanın müdürünü karşılamak, arabasının kapısını açmaktır. Paris’te bir çatıkatında yaşamakta, bu katın sahibi olmaya çalışmaktadır. Ama bir gün karşısına çıkan bir güvercin, bu sıradan insanın tekdüze yaşamını altüst eder. Koku gibi Güvercin de bir solukta büyük bir keyifle okunacak ve çok şey söyleyen bir eser...

 

*

 

FIKRA

Kırda yaşayan beyaz adam çok odun toplarsa...

Memleket sorunları, teröristler, seçime şunun şurasında bir hafta kalmış, herkes birbirine alabildiğine yükleniyor. Ortam pek hoş değil. Halinden memnun olan pek az. Sokaklarda endişeli, üzgün, durgun yüz hattından geçilmiyor. Doğru... Ancak bunca toz duman arasında bu pazar günü biraz da gülümsemek hakkımızdır derim ben...

Orta sınıfa mensup Amerikalı kent yaşamından bıkar ve kırsalda Kızılderili bölgesine yakın bir yerde mütevazı bir ev yapar kendine. Kırsalda, doğayla iç içe yaşayacaktır artık. Mevsimlerden sonbahardır ve kışa hazırlık için odun toplamaya gider. Odunlarla birlikte evine döndüğünde yaşlı bir Kızılderili odunlara bakarak, “Bu yıl kış sert geçecek” der. Başıyla onaylayan beyaz adam yeniden ormana dalarak daha çok odun getirir eve. Kızılderili hala oradadır ve “Bu kez kış çok daha sert geçecek” der. Beyaz adam yeniden yola düşer. Daha çok odun getirip evin önüne yıkar ve kesmeye başlar. Kızılderili bu kez, kışın çok çok sert geçeciğini söyler. Kafası karışan beyaz adam nereden bildiğini sorar.

 “Bildiğimden değil” der Kızılderili, bilge ama kayıtsız bir tavırla, “Beyaz adam ne kadar çok odun toplarsa kış o kadar sert geçer, bildiğim bu...”

 

*

 

ÇOCUK HALİ...

O bir yabancı ve küçük!

suriyeli.jpg

Ülkesindeki iç savaştan kaçtı. Ailesi hayatta mı acaba? Kaçı hayatta veya? Bilinmiyor. Savaş ne zaman biter, bu küçük hala oralarda bir yerlerde ayaktaysa şayet, evine dönebilir mi? Bu çocuğun kaderinde neler yazılıdır?

 Nasıl bir geleceği olabilir bu küçüğün? Bunları bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şeyler vardır ve bu fotoğraf da onları anlatıyor zaten, Hatay’da bir sokaktan... Nokta.

 

 

*

 

İŞTE O KADAR

Eğer kimsesiz ve aç bir köpeği alıp bakar ve rahat ettirirseniz, sizi ısırmaz. İnsanla köpek arasındaki temel fark budur.

Mark Twain