Zamanı geldiğinde dürüstlük de hak ettiği mertebeye yükselecektir bu topraklarda elbette. Şimdi eğri otursak bile doğru konuşmak lazım. Biz henüz oluşumunu tamamlamış bir toplum bile değiliz. Ya yan yana evlerde ya da ardı ardına dizilmiş, ancak aralarında hiçbir ilişki olmayan vagonlarda yaşayanlar gibiyiz. Ortak paydalarımız çok az. Vagondakiler diğerlerini anlamıyor. Onlara kuşkuyla bakıyor. Bir vagondakiler ötekilerin beklentilerini, duygularını, değerlerini, acılarını, sevinçlerini, kültürünü, var olma biçimini anlamak istemiyor. Birbirimize değmiyoruz bile. Her kesim nalıncı keseriyle sadece kendine yontuyor. Hiçbir kesim kendine istediği şeyi bir başkası için hak görmüyor, demokratik değerleri yüceltmek yerine, devleti ele geçirerek kendi alanını genişletmek peşinde. Bir zamanlar ya birlikte, ya değişik zamanlarda despot devletten feci dayak yemiş kesimler bile bir araya gelerek demokratik bir devlet için mücadele etmiyor. Anti demokratik devleti ele geçirerek tehlikeli gördükleri hasımlarını ezmek istiyorlar. Ve bunu becerebilmek için de her türden mücadele biçimini mübah görüyorlar. Yalan, hile, entrika, arkadan iş çevirme, namussuzluk, edepsizlik, arsızlık, utanmazlık, kurnazlık, para hırsı, arkadaş satma, tek kutsalın çıkarlar olması çok normal bir durum olarak çıkıyor ortaya. Ve insanlar, para ve itibar kazanabilmek için bu argümanlara başvurmak zorunda hissediyor kendini. Dürüstlük, iyilik, merhamet kaybettiriyor çünkü. Ve dolayısıyla da şimdilerde itibar görmüyor bu kavramlar. Ve korkarız ki, daha uzun yıllar da itibarlarını iade edemeyeceğiz...
Bir gün, evet o gün geldiğinde, dürüstlük itibar ve para kazandırmaya başladığında toplumla birlikte her şey değişecek. Ve böyle bir Türkiye, çok daha özgür, demokratik ve yaşanılası bir ülke olacak.
Enseyi karartmayalım, gelecek de bir gün gelecektir...
OKUYUNUZ
Yirminci yüzyıl Yunan şiirinin büyük ustalarından Yannis Ritsos, şiirleriyle, hem kendi sanatının değişik dönemlerini, hem de şiirin nerdeyse başlangıcından günümüze geçirdiği evrimi ortaya koyuyor. Ritsos, yazdığı her dizeyle dünyayı yazdığını ve çağının doğru sözlü bir tanığı olduğunu kanıtlıyor. Ritsos’un şiirlerini okurken, çağdaş bir şairin, çağın büyük dalgalanmaları karşısında şiire ve inançlarına tutunarak nasıl kendi olarak kalabildiğini göreceksiniz. Onun şiirleri ve yaşam serüveni, aynı zamanda çağımız insanının da kendini sınayacağı, insan olmak ve yaşamanın anlamı üstüne yeniden düşüneceği bir aynayı okurların önüne serecektir. Ritsos’un en güzel şiirleri, bir başka şair Cevat Çapan’ın Türkçesiyle okura sunuluyor...
*
KEŞKE
Yasak azdırır
Tahmin ettiğim gibi oldu. Hükümet yasak getirdi ama, bunu kimsenin dinlemeyeceğini biliyordum. Ticari firmaların cep telefonlarını SMS yağmuruna tutmalarından söz ediyorum. Burası Türkiye diyordum. En önemli yasak bile üç gün sürer bu topraklarda. İnsanlar bir yolunu bularak deler yasağı. Nitekim üç gün bile beklemedik. Yağmaya başladı telefonuma kampanyalar, öneriler, cazip teklifler filan. Ve bu durumda kaçınılmaz olarak bir kanıya varmış bulunuyorum. Bence hükümetin aldığı karar kesinlikle yerinde değildir. Yanlış, hatta yanlış oğlu yanlıştır. Hükümet bu adamların mesajlarını yasaklamakla hata etti. Zira şirketlerimiz yasaktan sonra daha da hırslanmış, azmış durumdalar. Bombardımanı daha da ağırlaştırmışlardır. Kendilerini şiddetle tebrik ediyor, yeni yeni numaralarını sabırsızlıkla bekliyorum...
*
BEYEFENDİ
‘Ben nerede hata yapmadım ki?’
Küçük ekranda şirin bir evin önünde gülen kadını gördü. Kadını kutlamalı mıydı? Beddua mı etmeli, susmalı mıyım dedi içinden. Durdu. Bekledi üç beş saniye. Ve hemen anılar çıkageldi zihninin derinliklerinden. Anılar salonu doldurdu. Kadın gençleşti. Çaresizleşti. Yoksullaştı. Kimsesizleşti. Garibanlaştı. Şivesi İstanbul’dan uzaklaştı. Ürperdi Beyefendi bu sanal görüntüler karşısında. Sonra kadını İstanbullu bir hanımefendi gibi giydirdi. Eğitti. Hayata hazırladı. Aradan beş yıl geçtiğinde o genç, çaresiz, sessiz, yoksul, utangaç kadın artık kendisi kadar para kazanıyordu. Ve sonra kadın gitti. On yıl sonra ise evinin önünde poz verdi kadın... Geçelim, hayat bu diye söylendi, küçük ekranı kapatırken, kiralık küçük evinde...
Ben nerede hata yaptım diye bir soru sordu kendine Beyefendi, gecenin içinde. Sonra kalkıp banyoya doğru seyirtti sarsak adımlarla. Aynaya baktı. Biraz soluklandı. Geçmiş dedi... Ah ulan Rıza dedi. Adın bu değildi, rahat uyu. Ele vermem seni. Seni işe aldırdım ve beni kovdurdun. Ya sen yazar efendi! Bir halta benzemese de kalem sahibi oldun sayemizde. Olduğunu zannettiğinde ilk elini ısırdığın insan ben oldum. Ey evlendiğim yoksul kadın...
Yakıştı değil mi, bitinin kanlandığı an çekip gitmen. Asgari ücreti masalarda bıraktığım zamanlar yanımda olanlar... Çay içmek için bile arasam Yemen’e kadar kaçıyorsunuz... İyi niyetimi suistimal edenler, mütevazılığımı eşeklik sananlar, beni kullanarak “iyi” koca bulanlar, değer verdiklerimin içine edenler, tembeller, asalaklar, yeteneksiz bohemsiler, arsızlar... Bir zamanlar, bu savruk hayatın bir yerlerinde olan daha niceleri... Ve kendim dedi sonra... Aile bağların zayıf. Münzevisin. Ani kararlar verdin. Sabrın kıymetini bilmedin. Yaşam biçimini kutsallaştırdın. Sefanın peşinde koştun. Kaçtın. Ve şimdi, o kadın çoğalırken sen yoksullaştın. Kimsesizleştin. Yalnızlaştın. Çaresizlik sık çalar oldu kapını.
Yüzünü ekşiterek gözlerinin içine baktı. Önce müstehzi bir gülümseme belirdi yüz hatlarında. Sonra gülümsemeyi çoğalttı. Bağırmam gerek diye inledi. Olmadı. Gülüş çığlık oldu. Ve çığlık da vahşi bir kahkaha... Sakinleşti Beyefendi sonra. Ve dedi ki: “Evlat ne demek ben nerede hata yaptım?
Şöyle demelisin: Ben nerede hata yapmadım ki?”
*
ORTADOĞU
Kahire’de bale, unutulan afiş ve...
2000’li yılların başı... Devlet Opera ve Balesi Kahire’de 2 gösteri sunacaktır. Bizim opera genel müdürü, yetkililer ve bir sanat dergimizin yönetmeni de kafilededir. Bu hikaye onun anlattığıdır... Mısırlı genel müdürün ofisinde toplanılmıştır. Kentte gösterinin tanıtımı için afiş göremeyen bizimkiler müdüre nedenini sorarlar. Çok da önemli bir şey değilmiş gibi gülerek, önce bir “hııııı” çeker ve “unuttuk” der müdür. Sadece bu kadar, ne yapalım yani insanlık hali işte unuttuk gibilerinden bir yanıt... Bizimkiler fena halde şaşırır. Ancak bu şaşkınlık henüz geçmemişti ki, müdür son derece samimi bir tavırla, “Durun size daha komik bir anımı da anlatayım” der. Bizimkilerin meraklı bakışları adamın üzerinde dolaşır. Kahire opera ve bale binası muhteşem bir eserdir ve Japonlar tarafından tek kuruş alınmadan yapılıp Mısırlılara hibe edilmiştir. İşte o binanın açılış töreni yapılacaktır. Gerisini Mısırlı müdüre bırakalım:
“Açılış töreninde ne oldu dersiniz? Japon büyükelçisini çağırmayı unuttuk... Ve iki ülke arasında ciddi sıkıntılara neden olduk...”
Gülme krizi sonrası bizimkiler, afişlerin “unutulmasını” normal karşılar artık... Ortadoğu’ya hoşgeldiniz...
*
İŞTE O KADAR
Nefrete sevgiden daha çok güvenirim, çünkü nefretin sahtesi olmaz...
Ağır abi sözü