Başlığa bakarak diyebilirsiniz ki, daha ilk günden niye daldın bu para işine? Soruyu sormadan bir iki dakika durun, hemen karar vermeyin derim...
Efendim geçenlerde otuz yıldır tanıdığım bir arkadaşla yarenlik ettiğimi sanırken, “Dostluk yoktur hoca, çıkar ilişkileri vardır. Ortak çıkar bittiğinde dostluk denen şey de bitmiş olur” dedi, pat diye...
Çok şaşırdım, zira asla beklemiyordum. Ancak aynen böyle dedi. Belli ki, böyle bakmaya karar vermişti hayata. Sonrası işkenceye dönüştü masada. Çok geçmeden de kalktık.
Galiba önce ideallere, ideolojilere saldırarak mayın temizliği yaptı para diye düşündüm yolda... Uğruna ölünen, kelle koltukta savunulan ideallerin yerinde yeller esiyor. İdealler tarih öncesinde kalmış sanki... Bunları hala savunanlar ise parmakla gösterilecek kadar az...
Arkadaşın parasına göz dikmek normal bir durum sayılır oldu.
Birinin selamını alsak para isteyecek diye çekinir olduk.
Çıkar gözetilmeden tek bir adım bile atılmıyor.
Aile kurumu darbe yiyor paradan. Anne, baba, oğul, kız kardeş arasında kavgalar yaşanıyor.
İnsanlar utanmıyor. Ve edepsizlik para kazandırıyor.
Paraya sahip olabilmek için her şey yapılıyor.
Hesapsız kitapsız, içimizden geldiği gibi bir sohbet bile edemez olduk neredeyse... Kendimizi konuşamaz olmuşuz. Varsa yoksa, ev, araba, yazlık, inşaat, AVM, para, borsa...
Velhasıl, insanı insan yapan her şeye saldırdı para.
Ve arkadaşın dediği gibi “dostluk denen şey” biterken, kalenderlik, içtenlik, yüce gönüllülük, zerafet, vicdan, yardımseverlik, iyilik, hoşgörü, adap, görgü, saygı, sevgi gibi değerler de uçup gidiyor.
Ve bunların yerine hırtlık, açgözlülük, hırs, gaddarlık, ilkellik, görgüsüzlük, pespayelik, ilkesizlik, hoşgörüsüzlük, çakallık, bencillik, angutluk, cahillik, edepsizlik teşrif ediyor...
Bir şey daha... Ezici çoğunluğun parayla ne yapılması gerektiğini bilmediği bir ülkede, para hırsı çok tehlikeli sonuçlar doğurur.
Demem o ki, dostluk kalmalı, yoksa bir arada kalamayız.
Ve yazı bitti, efendim şimdi
HOŞ BULDUK...
BEYEFENDİ
Kendinden başka herkesi anlar o...
Aylardan sert bir şubat. .. Birkaç gün önce yağan kar henüz erimemiş. Hava soğuk. Beyefendi izinliydi o gün. Öğlene doğru kalktı. Birkaç tane zeytin ile iki üç dilim peynir attı ağzına bir bardak sallama çay eşliğinde. Maillere bakmak için bilgisayarını açtı. Birkaç maili okudu, birkaçını es geçti. Ve birinde durdu. Tanıdıktı. Yayın müdürü mail atmıştı. Allah Allah dedi içinden.
Şöyle bir şeyler diyordu müdür mailinde?
“Sevgili ....... Gazetede farklı bir yapılanmaya gitmeyi düşünüyorum. Ve senin o yapılanma içinde olmanı uygun görmedim. sen başarılı bir adamsın. Nerede olsa iş bulursun. İstifa etmeni istiyorum. Kaygılanma sakın. Bütün haklarını alacaksın. Beni anlayacağını umuyorum. Sevgiler...”
Buraya kadardı işte dedi içinden Beyefendi. Ama hüzün yoktu bu cümlede. Hayal kırıklığı da yoktu. Hızla o kurumda çalıştığı on yılı birkaç dakikada gözden geçirip pencerenin önünde durdu. Müdürü telefonla arayabilirim diye geçirdi içinden, ancak hemen sonra vazgeçti. Madem ki müdür iletişimde mail yolunu seçmişti, kendisi de öyle yapmalıydı, kabalığın alemi yoktu...
Şunları yazdı:
“Bana bunca yıl kendimi ifade etme şansı verdiğiniz için teşekkür ederim. Elbette sizi anlıyorum. İsteğinizi en kısa zamanda yerine getireceğim. Saygılar...”
Duşa girdi. Salonda kurulanırken, “İyi geldi bu” diye mırıldandı. Sonra bilgisayara baktı. Müdürden yeni bir mail vardı:
“Ben teşekkür ederim. Senden de bunu bekliyordum zaten. Sen zarif, ince ruhlu bir adamsın. Umarım her şey yolunda gider. Yakında görüşürüz. Sevgiler...”
Bütün bu olup bitene rağmen bizim müdür kibar adam diye mırıldanarak kapattı bilgisayarı.
Ve hemen ardından, “Vardır elbette bu işte de bir hayır” dedi, sanki karşısındaki birine hitap eder gibi...
OKUYUNUZ
Louis-Ferdinand Celine Gecenin Sonuna Yolculuk’u 1932’de yazdı. 1. Dünya Savaşı’nın ardından, ikincisine çeyrek kala... Kan kokuyor. Kan, yoksunluk, hastalık, ölüm, sıcak, yara, et, yine de kahkaha...
Bu kitap çok şey... Bir biçem, bir dil, gecenin sonunda insanlığın en aşağı katmanlarıyla bir yüzleşme, bizi içeri, daha içeri çeken, boynumuza parmaklarını geçiren, ısıran, tüküren, hırlayan, ölesiye korkan ve korkutan. Yani yaşayan bir kitap...
Böyle bir yüzleşmeye katlanabilecek mi insan?
Okuyun diyorum. Hem de birkaç kez...
“Zararlı” Tuhaflık...
Efendim, konu, Başbakan Davutoğlu’nun ses tonu, hitabeti... Düşünüyorum da davudi bir tonla hitap, yakışmıyor. Nutuk atmaya çalışıyor, olmuyor. Kendi gibi olmaya kalksa, hocalıktan çıkıp siyasetçi olamayacak. Karşısındakini ti’ye almaya çalışıyor, kurduğu cümleler etkileyici olmuyor. Birilerine benzemeye çalışıyor, bu da olmuyor.
Peki, ne mi oluyor?
Ortaya bir tuhaflık çıkıyor. En az dört ay daha sürecek ve giderek de tonunu artıracak “zararlı” bir tuhaflık...
‘Ulustan Kurtuluş Savaşı’
Cumhuriyet gazetesinde yer alan CHP milletvekili-yazar Mustafa Balbay’ın yazısının başlığı...
Yurttaş der ki...
Devlet yurttaştan
korunmak için
milyarlar harcarken, devletin asil sahibi olan ben, bir sigara için sokakta
bıçaklanıyorum...
Bu oldu...
Mahkeme, 2008 yılında beton mikserinin çarpması sonucu bacakları felç olan kadına 1.1 milyon lira tazminat ödenmesine hükmetti.
Umarız hukuk sürecinin sonunda mahkemenin bu kararı değişmez ve emsal olur...
GEÇİP GİDERKEN
Ula habu Ponzai adami fena bozayi...
Sokakta kocaman bir bez afişe bakıyorum Maltepe’de. Birkaç genç adam bonzainin zararlarını anlatmaya çalışıyor ahaliye. Bezin üzerinde çok sayıda slogan, etkili, etkisiz söz, falan var. Milletimiz bu meret üzerine aklına geleni yazıyor beze. Kimler ne karalamış acaba diye göz gezdirirken, iki genç adam çıkıp geliyor. Şakalaşıyorlar Karadenizli şivesiyle.
“Ula haburaya bir şey yazmak lazim, herkes bir şeyler yazayi” diyor biri.
“Sen ne anlarsun yazidan. Ponzai’den... (Bonzai değil!)” diyor öteki.
“Niye anlamam ula. Yazarım oraya, ’Habu Ponzai, adami fena bozayi’, olur biter. Yalan mi demiş olurum” diyor gülerek.
“Haklisun” diyor arkadaşı ve şakalaşarak uzaklaşıyorlar.
İşte bu diyorum içimden onlar giderken, bizim millet, sorun çözmeyi pek beceremez, ama o sorunu karikatürleştirip hakkından gelmeyi, onunla birlikte yaşamayı pekala bilir...
İŞTE O KADAR
Çok iyi bir kadınla evlenen bir adam, eğer, “Ben iyi bir seçim yaptım” diyerek övünmeye başlarsa geçiniz.Biliniz ki, o sadece çok şanslı bir adamdır.
HAYVANCA
İnsan tanıma sanat dalında uzman kedi
Akşam üzeri, Başakşehir’de bir kafede oturmuş, çay eşliğinde karışık tostumu mideye indirmek için hamle ediyorum ki, küçük bir kedinin niyeti bozduğunu görüyorum. İhtiyatlı adımlarla tosttan ve benden kocaman çakır gözlerini ayırmadan yaklaşıyor hergele. Ayaklarımın bir metre kadar ilerisinde duruyor. Ne yapacağını merak ettiğim için ağır çekim hareket ediyorum. Bir iki dakika kadar süzüyor beni kedi. Ve usul usul yaklaşıyor, nazik bir sıçrama hareketiyle gelip dizime konuyor. Kokusunu içine çekiyor tostun bir süre. Kibarca miyavlıyor sonra. Gözlerini gözlerime dikiyor. Yalanıyor birkaç kez. Bekliyor. Bir kez daha miyavlıyor, bu kez acı acı. Bir sonuç çıkmadığını görünce, patisiyle elime hafifçe vuruyor. Yine miyavlıyor tosta bakarak. Hayvana daha fazla eziyet etmenin anlamı yok diye düşünerek kendilerinin ağzına koca bir sucuk parçasını veriyorum. Muazzam bir iştahla bitiriyor nevaleyi ve bir “miyyyuuuuv” daha. Ve yine bir parça sucuk... Yiyor, yalanıyor ve geldiği gibi usulca gidiyor. Ve bütün bunlar beş dakika içinde olup bitiyor.
Ve o sevimli hayvanın insan tanıma sanat dalındaki uzmanlığına şapka çıkarıyor bu fani...
Kamyonet Arkası
Vedalar zamansız olsa da
Elbet bir gün gitmek gerekir.