Konjonktürel adalet adalet değildir
O tarihi anda, Ankara'da, Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin "Ergenekon" etiketli sivil darbeye dair kararını açıkladığı salonda olmayı planlamıştım; geç kaldım. Ben havaalanındayken düşmeye başladı kararın ayrıntıları telefonumun ekranına;
"Torba dava"laştırılmasından, yargılamanın süresine, "delil" diye sunulan "üretilmiş iftiranameler"in ele geçirilme biçiminden, "Ergenekon diye bir örgüt yok" açıklamalarının dikkate alınmamasına kadar, Silivri'deki hukuk katliamının başından sonuna sanıkların da, avukatlarının da, bir avuç vicdanlı gazetecinin de dile getirdiği her bir hukuksuzluk, usulsüzlük tek tek sıralanarak "esası da çökertecek biçimde" bozuldu Cumhuriyet'e çöreklenen "Nemrut Mustafa" zihniyetinin hükümleri!
Yaşamadık, 5 yılı rutubetli bir hücrede ve "neden olduğunu bilmeden" haksız, hukuksuz biçimde ve zalimane koşullarda geçirip de devranın bu kadar kısa sürede dönmesinin "inanılmazlığı" diye bir şey vardır illaki... Ki bu sonucu "mükemmel", "daha iyi olamaz" diye yorumladı sanıklardan kimileri.
Olabilirdi.
Daha mükemmeli olabilir mesela bu dava "yerel mahkemeye döndürülmeyecek" biçimde nihayetlenebilir, en azından hukuki tarihinden ülkenin bir utanç silinebilirdi.
Daha mükemmeli olabilir ve Kuddusi Okkır'ın çökmüş avurtları arasından yüzümüze tüküren gözleri "Ölüyorum" çığlıkları atmadan;
İlhan Selçuk, Ali Tatar, Kaşif Kozinoğlu, Muzaffer Tekin, Türkan Saylan, Uçkun Geray, Berk Erden, Abdülkerim Kırca, Erhan Göksel, Engin Aydın, Mehmet Koral, Enver Arpalı, Mehmet Haşimoğlu diye uzayıp giden maktül listesine sahip bir seri katile döndürülmeyebilirdi hukuk;
"Ankara'da hâkimler olsaydı" sahi...
Dünkü karar, "bu kararı gerektirecek sürece göz yuman" da "yargı" olduğu için yarım yamalak, buruk, kekremsi...
Olmayan suçunun, kesilmemiş cezasını çeksin diye tutuklu bulunduğu hücresinde hem kanserle hem de evlat acısıyla boğuşan ve kim hangi kararı verirse versin hayatına 7 yıl önce kaldığı yerden devam edebilme imkanı bulunmayan, bu en temel hakkı ondan "çalınan" bir babanın, onurlu bir Türk aydınının, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu'nun dediği gibi;
"Haksız şekilde insanların canına kast eden bir hukuksuzluğun telafisi olamaz. Bu bağlamda gelen bir hukuki düzeltmeye 'adalet tecelli etti' denemez. Bu kararla 'Ankara'da hâkimler varmış' denilebilir mi? 7 yıla yakın süren ve insanların açıkça canına kast eden bu dava sürecinde insanlar öldürülürken 'Ankara hâkimleri' neredeydi?.."
Dünkü karar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne dönük "kumpas"ı bir kere daha tescillemiş olması açısından önemlidir, tarihidir ve fakat hepimiz biliyoruz ki Türkiye'nin bir hukuk devleti olmasının değil siyasi iklimin, konjonktürün eseri, neticesidir...
Dünkü yazının sonunda kişilerde yol açtığı zararın tazmini mümkün değil; kararın ülkenin geleceğini, dolayısıyla bunun yürütme mercii durumundaki siyaseti nasıl etkileyeceğini merak ettiğimi ifade etmiştim. Aynı yerdeyim:
Dün yüksek yargı eliyle çökertilen Silivri kumpasının hukuki savcısı firarda peki ya siyaseten savcılığını ilan edenler?
Bu ülke, o hunharlığı "Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşması" olarak sahiplenip, Atatürk'ün ülküdaşlarını, onun fikri mirasçılarını inim inim inletmekten haz alan bir kafa tarafından yönetiliyor hâlâ.
Bu vebalin gölgesi varken "devlet"in üzerinde, iflah olur muyuz sanıyorsunuz iki yarım ağız "kandırıldık" demeciyle?
Bir de hatırlatmadan olmaz;
"Murat Eren" neden hâlâ cezaevinde!