KONDA Müdürü Bekir Ağırdır: "AKP tabanında çözülme var"

KONDA Müdürü Bekir Ağırdır: "AKP tabanında çözülme var"

23 Haziran'da yenilenecek olan İstanbul seçimleri hakkında değerlendirmelerde bulunan KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, AKP seçmeninin durumdan rahatsız olduğunu ve partide bir çözülme yaşandığını söyledi.

Yenilenecek İstanbul seçimlerine bir aydan az zaman kaldı. KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır, YSK’nin aldığı seçim yenileme kararının seçmen üzerindeki etkisini, iktidar bloku ile muhalefetin kullandığı dilin yansımalarını ve 23 Haziran’da seçmenin olası tercihlerini değerlendirdi.

BirGün'de yer alan habere göre Ağırdır, “AKP ve Erdoğan sahicilik yitimi yaşıyor. Kendi seçmeninde ortaya çıkan bir çözülme var. Korku üzerine kurdukları dil, negatif kimliklenme üretiyor. Buna karşı kendi seçmeni sandığa gitmeyerek tepki gösteriyor” dedi.

"BEKA SORUNU DEĞİL, ADALET ARAYIŞI VAR"

Seçimin tekrarlanıp Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasının alınması, farklı seçmen kitleleri için bir mağduriyet algısı oluşturdu mu?

Bana göre bahsettiğimiz o ‘mağduriyet’ kelimesi ezber. O lafın geri planında, bu toprakların insanının toplumsal hayata dair ‘adalet’ özlemi var. Mağdurun yanında olma durumunu ortaya çıkaran şey de bu. Mesela bizim bir araştırmamız var, önümüzdeki 10 yılda Türkiye’yi tarif edecek sıfatların neler olduğu üzerine. İnsanların yüzde 72’si ‘adalet’ demiş. Burada hangi yapıdan, sınıftan, kesimden olursa olsun ağırlıklı olarak ‘adalet’ diyorlar. Sonra yine yüzde 40’ı saygı, huzur istiyor. Dolayısıyla da seçimin iptali meselesinde iktidar blokunun, seçmenlerin önemli bir kesiminde bir adalet duygusu, vicdan zedelenmesi ürettiği açık. Bunun için araştırma yapmaya da gerek yok. Ancak bunun ne kadarının Ekrem İmamoğlu lehine oya dönüşeceği ise hikâyenin başka bir yönü. Ama vicdanları rahatsız eden durum, bir rahatsızlık hali ortada.

"İKTİDARIN AYRIMCI DİLİ, MUHALEFETİ BİRLEŞTİRDİ"

CHP’nin belli bir seçmen kitlesinin ötesine geçemediği eleştirileri hep yapılmıştır. Ekrem İmamoğlu ile bu durum aşıldı mı sizce, sahada izlenimleriniz neler?

Aslında 31 Mart’ı belirleyen en önemli dinamiklerden biri olarak bizim ‘negatif kimliklenme’ dediğimiz bir kavram var. Daha önceki seçimlerde hangi partinin yandaşıydı, hangi kimliğin ürettiği ruhi hareketle oy veriyordu bu ayrı bir mesele. Ancak 31 Mart’ta seçmen iradesini ‘yanında olduğu’ taraf değil, ‘karşısında olduğu’ taraf ya da şeyler duygusu belirledi. Yani AKP’ye oy veren insanlar Binali Yıldırım’ın kampanyasına bakarak değil, CHP’ye oy veremiyor oldukları için oy verdiler. Tersi için de geçerli bir durum. Diğer bir dinamik de Ekrem Bey’in kampanyasından çok bu sonucu üreten şey iktidar blokunun kurduğu o sert ‘beka’ söylemine yaslanan; ancak ötekileştiren, şeytan ya da terörist gösteren dil oldu. İşte bu tarz, AKP-MHP blokunda olmayan bütün seçmen kümelerini Saadet Partisi’nden CHP’sine kadar kendi kimliklerini de aşırtarak bir nevi Erdoğan karşıtlığında konsolide etti. Böyle bir kampanya olmasaydı 24 Haziran’dan sonra, özellikle CHP seçmeninde gördüğümüz, partisini eleştiren, ‘yine başaramadılar’ diyen insanlar içinden seçime katılmayanlar çok daha yüksek olabilirdi. Ama Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli sahneye çıkıp o dili kurduğu andan itibaren bu taraftaki herkes alarma geçti, konsolide oldu.

‘MUHALEFET BİZE GÖSTERİLDİĞİ GİBİ ÖCÜ DEĞİLMİŞ’ DEDİLER

Tabi diğer bir durum da ekonomik kriz oldu. İnsanlar pazarda her yerde sebze meyvenin fiyatını gördü, kendi işini kaybetme durumunu gördü. Diğer taraftan 31 Mart’a kadar tamamen kimliğin ürettiği tamamen siyasi kutuplaşmaya endeksli bir durum vardı. Halk bu ikisi arasında bocalıyor, iktidarın politikalarından rahatsız olan insanlar öbür tarafa geçemedikleri için yine kendi bloklarında kalmaya devam ediyordu. Ama özellikle seçim akşamı Ekrem İmamoğlu’nun dili, söylemi ve yanında Canan Kaftancıoğlu, o geceden itibaren bir hak mücadelesi vererek doğru bir dil kurarak, aslında CHP’ye de ne yapması gerektiğini gösterdiler. CHP şimdiye dek karşı taraftan oy almak için o tarafa yakın aday bulup oy almaya çalışıyordu. Ancak asıl mesele oy hedeflediğiniz kitleyle aynı olduğunuzu değil, o kitleye saygılı olduğunuzu gösterme meselesi idi. İmamoğlu bunu başardı. Dolayısıyla 23 Haziran’ı belirleyecek dinamikler de 31 Mart ile aynı olacak. Ekonomik kriz, negatif kimliklenme vs. İktidarın son bir yılda yaşananlardan rahatsızlık duyan kendi seçmen kitlesinde de bir taraftan ‘aslında ötekiler de o kadar öcü değilmiş, oy verilebilirmiş’ duygusunu doğurdu.

İmamoğlu kendi gündemini belirledi, iktidarın ‘beka’ söylemine karşı ekonomik kriz, ulaşım ve su indirimi gibi gündemleri taşıdı, oyunu karşı tarafın kurmasına izin vermedi de diyebiliriz sanırım.

Evet, oyunu karşı tarafın kurmasına izin vermedi. Onların gazına gelip onların polemiklerine girmedi. Bu sahicilik de zaten ciddi karşılık buldu.

Türkiye İttifakı söyleminin seçmen üzerinde bir karşılığı olur mu?

Olmaz, çünkü bunlar büyük laflar, Türkiye’de siyaset kimliklere sıkıştı. Dolayısıyla daha önce Cumhuriyet’in kurduğu ‘makbul vatandaş’ tanımı, ‘Sünni, Türk, laik’ti. Değişen şey simdi ‘Sünni, Türk, dindar’ oldu. Herkesi birleştirecek şey öyle Türkiye İttifakı gibi soyut şeyler değil. Ortak hayatın, ortak kuralları. Katılım hakkı, ifade özgürlüğü vs. Merkeziyetçiliği ve keyfiyetçiliği bu kadar güçlendirerek ülke huzur bulmaz. Samsun’da bir araya gelenler böyle bir tartışmanın içinde değiller. Kimsenin yoksullukla mücadele programı, istihdamı geliştirme gibi bir anlayışı yok. Vatandaşın kendi hayatına dair kararlara katılmasını, denetim hakkını tartışan yok. Şimdi bütün bir siyaset dilinden daha güçlü ekonomik bir sarsıntı var. Bunun ürettiği seçmen, hanesinin yemeği üzerinden hayata bakmak durumunda kalıyor. Bu sarsıntı toplumun bütün kanallarında, zihin damarlarında yeni tartışmalara yol açıyor. Bir taraftan da işte bu tartışma aklı selim yere varmasın diye medyanın da yardımıyla sürdürülen geleneksel kodlar ve kurulan bir ötekileştirme dili var. Sokağa çıkan insan önce domates fiyatıyla karşılaşıyor sonra ekran başına geçtiğinde başka bir şeyle yüz yüze geliyor.

"İMAMOĞLU’NUN SAHİCİ DİLİ YİNE KARŞILIK BULACAK"

Bugün AKP ve Erdoğan sahicilik, inandırıcılık yitimi yaşıyor. Kendi seçmeninde ortaya çıkan bir çözülme var. Bu çözülme karşı tarafa gitmesin diye korku üzerine kurdukları dil negatif kimliklenme üretiyor ve seçmen öbür tarafa gitmese de sandığa katılmayarak tepkisini gösteriyor. Ama şimdi o kararsız ya da sandığa gitmeyen seçmen partisi olmayan seçmen değil, partisi var ama memnun olmadıkları için gitmeyenler. Şimdi, iktidar bloku bu memnun olmayan kitleyi harekete geçirebilir mi? Ekrem Bey ve Canan Hanım’ın yaptığı şey, işte o sahicilik dilinin karşılığı olacak. Muhakkak bir karşılığı olacaktır. Kaç puan olur onu bilemiyorum.

Ahmet Hakan, Turgay Güler gibi isimler Ekrem İmamoğlu’nu programa çıkarıp provakatif sorular yöneltti. Bu programlar seçmenin yönelimini etkiler mi?

Doğrudan o programlara bakıp oy tercihini değiştiren yok. Aksine özellikle iktidar bloğunun meseleyi bu kadar karikatüze etmesi, 40 kanalda günde 8 saat propaganda edilmesi söz konusu olunca işte orada toplumun adalet duygusu zedeleniyor. Yani iktidar, bütün bu toplumun algısını yönetebilme çabasıyla medyadaki çoğu ismi karikatüze etti. Onlar da bu durumda sahiciliklerini yitirdiler. Dolayısıyla o insanların seçmende karşılığı yok. Bizim Türkiye’deki bütün bulgularımızın gösterdiği şey, az önce belirttiğim o bir şeye yanında olmaktan daha çok karşısında olma duygusunun belirleyiciliği. Mesela şu firma Atatürk reklamı yaptı diye onun yanında olmuyor ama Atatürk karşıtı bir şey yapmışsa onun doğrudan karşısında olabiliyor. Dolayısıyla en fazla kendi yandaşları o programda mutlu oluyor ya da Ekrem Bey taraftarları ‘bir kere daha ağızlarının payını verdik’ diyor.

"TOPLUMDA BİR KIRILMA OLMASINI BEKLİYORDUK"

İstanbul’da yaptığınız anketlerde sizi şaşırtan mahalleler, beklemediğiniz birtakım yönelimler oldu mu?

Çok şaşırdığımız bir durum olduğunu söyleyemem ama 7 Haziran seçimlerinden beri bir şeyin kırılacağını, toplumda bu kadar zorlamayla bükülen çubuğun kırılacağını hissettik. Bu yüzden ‘sabır’ temalı bile araştırma yaptık. Bizim genel tespitlerimizden biri, evet Türkiye insanı bu kutuplaşmayı yaşıyor ama bireysel hayatında da çok umutsuz, kadere teslim durumda değil. Bu kutuplaşmadan rahatsız, kimse evini, dükkanını ortak alandan ayırmıyor. Ancak bu dil toplumun fay hatlarında enerji biriktiriyor. Nitekim 7 Haziran’dan 1 Kasım’a geçişte iktidar, ‘güvenlik meselesini’ konsolide etti. Temenni ettiğimiz yönde bir kırılma olmasa da iktidarın o politikası etkili oldu. Bu seçimde öyle olmayabilir. Bu seçimde terse de çalışabilir çünkü o potansiyel var.

Seçimde Saadet Partisi ve DSP’ye oy vermiş seçmenlerinin tavrı nasıl olur?

Bu seçimde diğer partilerin tabii çok hükmü yok. Bir tek Saadet Partisi’nin varlığı biraz önceki bahsettiğim negatif kimliklenme durumundan kaynaklı İmamoğlu lehine işledi. Saadet Partisi, iktidarı eleştirse bile diğer tarafa yönelemeyen seçmen için alternatif olarak doğru olanı yaptı diye düşünüyorum. MHP de AKP’den boşalan seçmen için bir durak olarak duruyor. Benzer bir durum bu. Ancak şunu görmek gerekiyor ki yeni başkanlık sistemi ile zaten siyasi düzen üç adaylı bir noktaya doğru gider. İttifaklar kalıcı olur diye düşünüyorum. Belki tamamen birleşirler. Temsili düzenden çıkarak yeni sistemde 50 artı bir düzenine dönüyor. Bu durumda küçük partiler de büyüklerin içinde erir. Sonuç itibariyle bir muhavazakâr dünyanın, bir seküler dünyanın, bir de Kürt dünyasının etrafında kümelenmeler oluşur diye düşünüyorum.

"SANDIĞA GİTMEYEN SEÇMENİ İKNA ETMEYE ÇALIŞACAKLAR"

Son olarak ilk başta sormak istediğimi şimdi yönelteyim, 23 Haziran’da nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Öncelikle sayıları tekrarlayalım. Bir kere 100 İstanbul seçmenin 16’sı sandığa gitmedi. 3 de geçersiz oy ortaya çıkınca 19 oldu. 81 kişi üzerinden baktığımızda Ekrem Bey 39 buçuk, Binanli Yldırım 39. 3 oranında oy aldı. Her iki adayın da buradan başlayacağı varsayılabilir. Hem diğerlerinden eksilen 2 puan hem de geçersiz üç puan var, 16 da katılmayan var toplamda 100 kişiden 21’inin şimdiden tercihlerinin ne olacağı meselesi önümüzde duruyor. Ekrem Bey için o 39 insan gelip yine oy verecektir. Eksilme ihtimali söz konusu değil ama artma ihtimali var. Çünkü katılmayanların hepsi AKP seçmeni değil. Bu sefer sandığa onlardan da muhakkak gelen olacak.

Öbür tarafta AKP’li olup da ekonomik krizden şikayetçi olan siyasi tercihini sorgulamaya başlayan insanların ne kadarı gelip partisine oy vermeye ikna olur? Bunu hesaplamak zor ama rahatsızlıklarını tespit edebiliyoruz. Bu rahatsızlık uzun süredir var dolayısıyla o tarafta bir çözülme var. Sandığa nasıl yansır kestirmek kolay değil. Bu durumda Binali Yıldırım başlarken yine 39 kişinin oyunu alır demek mümkün değil. O kişilerin içinde seçimin iptalinden kaynaklı adalet ve vicdan duygusu zedelenenlerden de eksilme olacak. Binali Yıldırım’ın kazanmasını belirleyecek şey sandığa gelmeyen kendi kitlesinin ne kadarının şimdi sandığa geleceği.

O rahatsızlık duyanların içinden de muhtemelen bir miktar Ekrem Bey’e oy verecek seçmen olacak. DSP gibi bazı küçük partilerin seçmeninin yönelimine de bakınca Ekrem İmamoğlu önde görünüyor. Ancak şunu da ekleyelim, iktidar bloku 7 Haziran ile 1 Kasım arası olduğu gibi kendi seçmenini ne kadar ikna eder ondan emin değiliz. Tayyip Erdoğan’ın son 4 haftadır kullanacağı dil yine sert olacaktır. Uzlaşma üzerine bir dil kullanacağını sanmıyorum.

İlgili Haberler