Komutanın gözyaşları
Sehitlerimizin cenaze töreni sırasında Genel Kurmay Başkanı’nın ağlaması siyasiler ve yazarlar arasında tartışma konusu oldu. Bir kısmına göre komutan ağlamamalıydı; çünkü onun ağlaması milletin moralini bozardı. Bir kısım yazarlar ise ağlamanın, komutanın insani tarafını gösterdiğini, bunun da olumlu bir vasıf olduğunu ileri sürüyordu.
Her zaman özendiğimiz ileri Batı ülkelerinde, güncel olaylarla ilgili olarak sık sık tarihe ve tarihî metinlere başvurulur; onlardan örnekler verilir. Söz gelişi İngiltere’de Shakespear’den, Almanya’da Goethe’den alıntılar yapılır. Tabii bu yazarlar ve eserleri o ülkelerin aydınları tarafından bilindiği ve onlar arasında ortak bir kültür oluşturduğu için yapılan alıntılar da herkes için bir anlam ifade eder. Herkesçe bilinen tarihleri ve ortak eserleri, İngilterelileri İngiliz, Almanyalıları Alman yapar.
Sekizinci yüzyılın birinci yarısında taşlar üzerine yazılan ve Orhun Abideleri veya Köktürk Anıtları diye bilinen eserler de dünyadaki bütün Türklerin ilk ve ortak eserleridir. Köktürk hükümdarı Bilge Kağan, onun kardeşi başkomutan Köl Tigin ve aynı dönemlerde hem başvezirlik hem başkomutanlık yapan Bilge Tonyukuk adına dikilen yazılı taşlara Köktürkler “bengü taş” (ölümsüz taş) diyorlardı. Çünkü Bilge Kağan ve Tonyukuk bu taşlar üzerindeki yazıları gelecek nesiller okusun diye yazdırmışlar ve ebedî olacağına inanmışlardı. Nitekim üzerlerinden 1280 yıl geçtiği hâlde taşlar hâlâ yerlerinde duruyor ve üzerlerindeki yazılar, baskıları yüz bini geçen kitaplarda, çeşitli Türk lehçelerinde ve birçok dünya dilinde kâğıda geçmiş bulunuyor. Sadece Türkiye’deki okumuşların bengü taşlardan haberi yok.
Bilge Kağan ile kardeşi Köl Tigin arasında bir yaş fark var. Babaları İlteriş Kağan öldüğünde biri sekiz, biri yedi yaşında idi. Gerek amcaları Kapgan Kağan zamanında gerek Bilge Kağan’ın hükümdarlığı sırasında birçok savaşa birlikte katılmışlardı. 716 yılında Kapgan öldüğü zaman, onun oğulları tahta oturmuş; fakat Köl Tigin bir darbe ile onları devirmiş, tahta, gerçek sahibi olan Bilge’yi geçirmişti. Bu sebeplerle Köl Tigin, Bilge Kağan için kardeşten de öte bir anlam taşımaktaydı.
731 yılında, bir savaş sırasında Köl Tigin öldü. Bakınız, onun adına diktirdiği bengü taşta Bilge Kağan ne diyor:
“Kardeşim Köl Tigin vefat etti. Ben düşündüm. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Ben düşündüm. Ebedî olarak Tanrı yaşar, kişioğlu hep ölmek için yaratılmış, böyle düşündüm. Gözden yaş gelse engel olarak, gönülden feryat gelse geri çevirerek düşündüm. İki şehzade ile kardeşlerimin, oğullarımın, beylerimin, milletimin gözü kaşı (morali) fena olacak diye düşündüm.”
Bilge Kağan hükümdar ve komutandır.
En sevdiği insanın ölümü karşısında ağlamak, feryat etmek istemekte, fakat bunu yapamamaktadır. Çünkü o gözyaşı dökerse bütün ailenin ve milletin morali bozulacaktır. Gözyaşlarını ve feryatlarını geri çevirerek içine akıtmaktadır.
Köktürk anıtları dilimizin ilk metinleridir. Böylesine trajik bir durumun bu kadar duygulu ve edebî bir şekilde ifade edilebilmesi, bir dilin ilk metinleri için elbette övünç verici bir özelliktir. Fakat gerek buradaki yüksek üslup, gerek metinlerin birçok yerindeki soyut ve ileri kavram dolayısıyla bilim adamları bunların, Türkçenin ilk metinleri olamayacağını düşünmektedir. Yani henüz bulunamamış daha eski metinler de olmalıdır. Bu sebeple “ilk metinler” yerine “bilinen ilk metinler” demek daha doğru
olacaktır.
Eğitimde 4+4+4’ü tartıştığımız şu günlerde sadece sayıları düşünmek yerine kaliteyi de düşünsek, Türk çocuklarına ve gençlerine, -Faşist olmadıklarında, demokrat olduklarında hemfikir olduğumuz- Batı ülkelerinin yaptığı gibi, ortak geçmişlerini ve ortak eserlerini ilk ve orta öğretim çağlarında öğretsek, böylece onlarda ortak bir kültür oluştursak nasıl olur? O zaman belki, komutanın gözyaşları karşısında, benim hatırladığım gibi herkes Bilge Kağan’ın sözlerini ve içinde bulunduğu trajik durumu hatırlayacaktır. Ne dersiniz, okullarımızda çocuklarımıza ortak geçmişimizi ve kültürümüzü öğretirsek faşist mi oluruz? Bir “devlet dayatması”mı yapmış oluruz? Bence sadece, onları ortak bir kültürde birleştirmiş ve kendilerini aynı milletin mensupları olarak görmelerini sağlamış oluruz. Yoksa devletin böyle bir görevi olmadığını düşünenler mi var? Yoksa Almanya, İngiltere, Fransa da Faşist mi?