Yeniçağ/Ahmet Takan
15 Temmuz hain darbe girişimini aydınlatmak için kurulan Meclis Araştırma Komisyonu yasal çalışma süresinin yarısına geldi. Kamuoyunun çalışmalarını çok yakından izlediği komisyon, kurulmasına karar verildiği ilk günden beri çok sıcak tartışmalara imza attı. AKP'nin üyelerini geç bildirdiği komisyon bazı isimlerin "FETÖ" ye yakınlığı kavgası ile işe başladı. Sonuç değişmedi. Bu isimlerden bazıları Başkanlık Divanı'nda yer aldı. Sonra, kimler çağrılacak, kimler çağrılmayacak da görüş ayrılıkları yaşandı. Gelmesi konusunda mutabakat sağlanan isimler arasında "Gelmem. Sorularınızı mektupla gönderin öyle cevaplayayım" diyenler çıktı. Gitmesine izin verilmeyenleri duyduk!.. Gelmekte tereddüt etmeyenler arasında öyle isimler vardı ki, verdiği bilgiler günlerce gündemin birinci sırasında yer aldı, tartışıldı. Tartışmaların gerginliği ekranlarda sehpa kırmaya kadar vardı. Komisyon çalışmaları sırasında açığa çıkanlar sadece "FETÖ" ile sınırlı kalmadı bazı sancılı dönemlerin perde arkası, gizli belgeleri ortaya çıktı.
Herhangi bir yaptırım gücü olmayan Meclis araştırma komisyonu, çalışmalarında sona doğru yaklaşırken ortaya koyacağı rapor çok önemli. O rapor ve çıkartılacak sonuçlar, hain darbe girişiminin yaşandığı geceye, öncesine ve sonrasına dair tatmin edici bilgi ve belgeleri ortaya koyabilecek mi? Yani; gidişat nasıl?.. Komisyonda, gecesini gündüzüne katarak çalışan, hain yapı ve yapılanmaların tüm çıplaklığı ile ortaya çıkması için yoğun çaba gösteren CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray ile uzun bir söyleşi yaptık. Çıray, tüm sorularımıza sansürsüz cevap verdi. Haydi başlayalım!..
Sayın Aytun Çıray, ne anladınız bu güne kadar komisyonun çalışmalarından?
Esasen bu bir buçuk ay içerisinde çok önemli görüşmeler yaptık. Özellikle eski Genelkurmay başkanlarının yaptıkları açıklamalar bence çok tartışılması gereken açıklamalardı. Aynı zamanda da bu sürece gelişimizdeki birçok konunun perde arkasını ortaya koyan açıklamalardı. Bunların dışında bu komisyona bana sorarsanız hiç gelmemesi daha doğrusu bu komisyona gelmesi halinde hiçbir faydası olmayacak şahıslar da davet edilmişlerdi.
Orada araya gireyim. Bu komisyona gelip de sizce en samimi açıklamaları, en tatmin edici olayın perde arkasını aralayıcı en detaylı açıklamaları kim yaptı? Gelmemesi gerekip de yine de gelen oldu mu? Magazin amaçlı, şöhret amaçlı ya da oyalama amaçlı... En tatmin edici açıklamaları kim yaptı? Suya sabuna dokunmayan, zamanı işgal eden açıklamaları kim yaptı?
Bana sorarsanız en samimi açıklamaları iyi bir hazırlıkla öncelikle sayın İlker Başbuğ'un yaptığını düşünüyorum. Ondan sonra sayın Işık Koşaner'in yaptığını düşünüyorum. Hatta Işık Koşaner, bu komisyonun kendisine tanıdığı bir nevi imkânla daha önce istifası hakkında kamuoyunu aydınlatmadığı birçok konuyu aydınlatmış oldu. Çok daha açık ve net olarak Türk milletinin önüne o süreci koymuş oldu. Samimiyetleri konusunda, tabi sorgulamak çok zor ama açık davranmaları istendikleri konusunda bir kategorizasyon yaparsak içten davranan, açık davranan ve şeffaf davranma sırasında öncelikle İlker Bey'i, sonra da Işık Koşaner Paşa'yı söylerim. Sayın Hilmi Özkök'ün çok çok önemli açıklamaları olmasına rağmen hala bir takım kafasını karıştıran işlerin olduğunu gördük ve özellikle sık sık inançlı bir subay olduğu vurgulamasını soru işareti ile karşıladım. Hem bu komisyonu ilgilendiren bir şey değildi, hem de adeta insanların eksik olduğu tarafını çok fazla vurgulaması gibi bir algı yarattı . Orada inandırıcı olmayan taraf da Türk ordusu içerisindeki inançlı insanların yükselmesinin zor olduğuna dair söylemiydi. Çünkü kendisi Genelkurmay başkanıydı.
Oradaki en temel mesele şudur; sayın Özkök'ün açıklamasında, 2004 MGK tavsiye kararını tartışmaya açmasıydı. Biliyorsunuz, 2004 MGK kararı Fethullah Gülen'in hakkında yazılmış bir tavsiye kararıydı ve sonuç bölümünde o MGK tavsiye kararının komuta katının getirdiği tarif etti. Sayın Özkök, getirdiği bu raporda Büyük Ortadoğu Projesi'nden söz ediliyordu ve FETÖ örgütünün o zamanki adıyla Fethullah Gülen cemaatinin BOP'un parçalarından bir tanesi olduğunu yazmışlar, kayda geçirmişler. Bu anlamda doğrusu çok önemliydi. Daha sonra kendisine hatta o kadar önemsemiş ki TSK bir tehdit olarak Fethullah Gülen cemaatini 2004 sunuş raporlarında bir icraat planı yapılması gerektiğini söylemiş. Sadece bir takip veya izleme anlamında değil bu tehdidi engellemek için bir icraat planına ihtiyaç olduğu söylenmiş. Fakat daha sonra bu tavsiye kararı hiçbir şekilde hayata geçmemiş. Kendisine sordum, 'siyasiler bu konuda hiçbir şey yapmadılar' dedi. 'Bundan daha önemli ne olabilir' dedi.
ÖMER DİNÇER TEYİT EDİYOR
Bunu daha sonra Ömer Dinçer de kendi kitabında teyit ediyor. Ömer Dinçer diyor ki kitabında; '2004 MGK tavsiye kararı o zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül beyefendinin şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da altlarında imzası bulunan bu tavsiye kararı başbakanlığa geldiğinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile konuştum' diyor. 'Erbakan'ın düştüğü oyuna düşmemeliyiz dedim' diyor. Bu raporu rafa kaldırmak gerektiğini söylemiş Sayın Başbakan'a. 'Ben hukuki sorumluluğu aldım, sayın Başbakan da siyasi sorumluluğu aldı. Biz bu MGK tavsiye kararını işleme sokmadık ve hatta bu kurula girmeyen diğer bakanlardan da saklama kararı aldık' diyor. Devleti bir takım geçmişten gelen rövanşist anlayışlarla ya da bir ideolojik bakış açısıyla yönetmeye kalkarsanız o zaman objektif olma kabiliyetinizi kaybediyorsunuz. Ve o ideolojik bakış açısıyla Türk askerine bakış açısıyla, savunma bürokrasisine bakış açısıyla bir takım tedbirleri yok farz edebiliyorsunuz. Şüphesiz TSK'nin sabıkasız olduğunu söylemiyorum darbeler konusunda. Ancak iyi yetişmiş devlet adamları Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çıkarlarını gerektiren konularda bunu getirenin kim olduğuna bakmamaları gerekir. Getirenlere de kuşku ile bakmamaları gerekir. Fakat o dönemde daha sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı gibi çok net anlaşılıyor ki bir görüş ayrılığı yokmuş Fethullah Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasında. Dolayısıyla o dönemde şüpheye bakılan kesim Gülen cemaati değil, tam aksine ona karşı rapor yazanlar, ona karşı duranlar. Bunlara şüphe ile bakılmış. Bu açıkça ortaya çıktı bütün ifadelerde.
DOLGU MADEELERİ
Burada bir ilginç taraf da şu; muhtemelen AKP lehine konuşacağını düşündükleri bazı konuşmacılar çağırdılar onlar dahi bir aşamadan sonra anlatımlarıyla ifade demek istemiyorum çünkü orası bir soruşturma komisyonu değil, eninde sonunda siyasi sorumluluk ve hukuki sorumluluk AKP'yi yönetenlere çıktı. Bu komisyona gelmesine gerek olmayan dolgu maddeleri vardı. Bunların çoğunu şunun için getirdiklerini hissettim. Özellikle ilahiyatçılar, din adamları vasfında olanlar açısından söylüyorum. Şimdi anladık ki, bu Fethullah Gülen cemaati -eski adıyla- Müslümanlıkla alakası olmayan bir örgütmüş ama AKP Müslümandır bakmayın geçmişteki onlarla anlaşmalarına dedirtmek için, toplumu böyle bir algıya hazırlayabilmek için getirdiklerini gördük. **
İlker Başbuğ ve Işık Koşaner'in hangi söyledikleri komisyona bir perspektif tuttu?
Sayın Koşaner, 2010 YAŞ'ta büyük bir bunalım yaşadıklarını şura öncesi 80-90 subayın gözaltına alındığını ve bu nedenle YAŞ'ta bunların terfi edemediklerini ya da emekle edildiklerini söyledi. 'Bundan daha büyük bir travma ile 2011 YAŞ'ta karşılaşacağımızı gördüm' dedi. '28 General olmak üzere 120'nin üzerinde Albay hakkında Şura öncesinde tutuklama kararı çıktı ve bunların hepsinin emekli edilerek terfileri engellenerek tasfiye edileceğini gördüm ve yerlerine de şimdi adına FETÖ terör örgütü dediğimiz bir örgütün elemanlarının konulacağını gördüm' dedi. 'Bunu gördünüz, istifa aşamasından önce ne yaptınız' diye sordum kendisine. Dedi ki, 'üslerime bunu anlattım birkaç defa. 'Üsleriniz kim' diye sordum daha çok açmak için konuyu. 'Zamanın Başbakanı ve zamanın Cumhurbaşkan'ı dedi. Yani kendisinin tarifi ile söylüyorum 'bu aşamada istifa etmek zorundaydım çünkü daha sonra oluşacak bir felaketin ortağı olamazdım'. Bu bence çok önemli bir iddia; Türk ordusunun tasfiye edildiğini söyledim fakat anlatamadım. Bu esasen AKP için büyük bir töhmettir. Büyük bir suçlamadır. Bugünkü kalkışmanın işgal girişiminin temellerinin atılmasında nasıl bir göz yummanın, nasıl bir basiretsizliğin olduğunu ortaya koyan bir söylem bu. Yani aslında Sayın Koşaner bu söylemi ile TSK'ya FETÖ terör örgütünün sızmadığını, yerleştirildiğini söylemiş oluyor.
EMRE TANER'İN ÇELİŞKİLERİ
Diğer taraftan Sayın İlken Başbuğ'a bakıyorsunuz. 'Defalarca MİT'e yazdım' diyor. 'Türk ordusu içindeki şahsiyetleri Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi olan subayları bana bildirin. 'Bana şu anda adını hatırlayamayacağım hakikaten hiç duymadım ilk defa adını duyduğum bir tarikattan inanılmaz detaylı bilgi gelirken Fethullah Gülen örgütünün ordu içinde elemanları ile ilgili bana hiç isim verilmedi' dedi. Ben aynı soruyu sonra Sayın Emre Taner'e sordum. Aslında bu soruyu sormadan önce Emre Taner bir açıklama yaptı; 'bizim Türk ordusunun içindeki şahısları teker teker bilmek gibi bir görevimiz yok şu yönetmeliğe göre..' Ama, bir başka konu var orada. Dedim ki, Sayın Taner sizden MİT kanununa göre bilgi isteme yetkisine sahip 3 kişi var. Bunlardan bir tanesi Genelkurmay Başkanı. Ve Genelkurmay başkanı sizden bu konuda bilgi isterken, isim isterken aynı zamanda size yetki de vermiş oluyor. Gel burada araştırma yap demektir bu Türk ordusunun içinde. Buna mukabil dediğim gibi hiçbir şekilde isim bildirilmiyor. Tam 8 yıl. 2010'a kadar. 2010'dan sonrasını zaten konuşuyoruz YAŞ'lar nasıl gelişti diye. Bütün bunlara baktığınızda devlet yönetiminde olağanüstü bir zaaf görüyoruz. Ortak siyasi İslamist anlayış ortak menzile yürüyüş anlayışının ortaya çıkardığı bir göz ardı etme veya birlikte hareket etme söz konusu. Belirli bir aşamaya kadar. Hani Sayın Cumhurbaşkanı diyor ya 'Allahın lütfü bu kalkışma bunları hem tespit ettik hem temizledik bastırdık'. Bence Allahın bir başka lütfünü da ben 17/25 Aralık olarak görüyorum. Eğer cemaatle hükümet 17/25 Aralık'ta tam olarak yollarını ayırmasaydı bugün belki bu son yapılacak kalkışma öncesi YAŞ'ta bu örgüt tam olarak devleti ele geçirmiş olacaktı. Bu süreçlerden bu anlaşılıyor. **
(Devam edecek)