Koç Topluluğu Cumhuriyet’in 100. yılı ve topluluğun 97. yılı onuruna röportajlar serisi hazırladı. Amacı Cumhuriyet’in hikayesini derinden anlamak, kazanımlarını hatırlamak olan serinin adı ise İkinci Yüzyıl Buluşmaları. İlk konuk Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi M. Koç oldu. Söyleşiyi Koç Topluluğu Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Burçin Girit gerçekleştirdi.
Burçin Girit’in Rahmi M. Koç ile röportajında şunlar konuşuldu:
Burçin Girit: Cumhuriyet’in büyük tanıklarından birisiniz. İlk yıllarını ve birçok değişim gördünüz. Bazen değişime öncülük ettiniz. Cumhuriyet’in ilk yıllarında evinizdeki ortam nasıldı? Sadberk Hanım nasıl bir anneydi, Vehbi Bey nasıl bir babaydı? Kardeşlerinizle aranız nasıldı? Biraz anlatır mısınız?
Rahmi Koç: 6 yaşındayken Sümerbank’ın arkasında konak gibi bir evde yaşardık. Ortasında hayat dediğimiz bir avlu vardı. Etrafında da bir kısım oturma odaları, bir kısım yatak odaları, bir kısım da mutfak gibi bölümlerdi. Üzerinde leylek yuvası vardı. İkinci evimiz de Keçiören’deki bağ eviydi. Leylek geldiği zaman bağ evine taşınırdık. Sonra babamız biraz daha para kazanıp şehrin büyüyeceğini kestirince bir apartman yaptırdı. O evden apartmana taşındık. Ben bugünkü Kızılay eski binasının yanında ilkokula gittim.
"BAŞIMIZA NE GELİYORSA NÜFUS ARTIŞINDAN"
“Orada da yanımda Sadaki diye Japonya Büyükelçisi’nin oğlu olan bir çocuk otururdu. Sonradan Japonya’da onu aradım ama bulamadım. Arkamızda da Afgan Sefiri’nin oğlu otururdu. Üç katlı sefertası götürürdük. Okuldaki yemekhanede içindekiler ısıtılırdı. Siyah önlük, beyaz kolalı yaka giyerdik. Bazı çocukların imkanı daha azdı. Sefertasının üç katından birinde onlara yemek yaptırılırdı ve o çocukların haberi olmadan idare onlara verirdi. Ankara enteresandı. Küçüktü, herkes herkesi tanırdı. ‘10 yılda 15 milyon genç’ denildiği zaman Yunanistan nüfusu 6 milyondu. Bugün bizim nüfusumuz 85 milyon, Yunanistan’ınki 11. Dolayısıyla başımıza ne geliyorsa nüfus artışından geliyor. Okul yetmiyor, gıda yetmiyor, eğitim yetmiyor. Hastane yetmiyor, hiçbir şey yetmiyor bugünkü durumda. Avusturyalı bir dadıyla büyüdük. Müthiş disiplinliydi. Babamız gelmeden önce yıkanılır giyinilir, karşılanır, o gelmeden hemen yemek yiyip yatardık. Babamızı az görürdük. Biz o gelmeden ya da hemen elini sıkıp yatardık. Ertesi gün de erkenden okula giderdik.”
NÜFUS KONTROLÜ ŞART
“Bir defa nüfusu kontrol etmemiz lazım. Bu kadar nüfusla hareket etmek ve ekonomiyi sağlamlaştırmak zor. Çünkü kendi yarattığımız kaynak kendimize yetmiyor. Muhakkak dışarıdan kaynak icap ediyor. Bugün memlekette işsizlik çok. Bir kişiye iş bulmak için 60 binle 80 bin dolar arasında yatırım icap ediyor. Bu yatırımın gelebilmesi için de altyapının düzenlenip yerine oturtulması lazım. Diyorlar ki, devlette 5.5 milyon kişi çalışıyor. Buna askerler dahil değil. Dolayısıyla 2 milyon kişiyle bu devlet rahatlıkla döner. 600 milletvekili var, 200’üyle rahatlıkla hallolur. O bakımdan nüfus artışı çok önemli. Bunu rahmetli babamız zamanında görmüş ve Aile Planlaması Vakfı’nı kurmuş. Bunun üzerine bugün çalışılıyor. 5 yıllık, 10 yıllık planlar yapılmalı, onlara uyulmalı. Hangi hükümet gelirse gelsin o bayrağı daha da ileri götürmeli. Ben ikinci yüzyılı böyle görüyorum.”
Burçin Girit: Vehbi Bey ve Sadberk Hanım evde Cumhuriyet’le ilgili konuşurlar mıydı? Sizinle konuşurlar mıydı? Çünkü bence sizin bu kadar vatansever, milliyetçi ve Atatürkçü olmanızdaki en büyük sebep anneniz ve babanız.
Rahmi Koç: Babam büyük Atatürkçüydü. Katip olduğu zamanlardan itibaren Cumhuriyet’e, laikliğe inanırdı. Bence Atatürk’ün getirdiği en büyük şey Latin harfleri, kıyafet kanunu ve kimse söylemez ama bunların üzerine Almanya’da Hitler’den kaçan Musevileri Türkiye’ye getirmesiydi. Onlar bizim memleketin altyapısını kurdular. Sonra Macarlar gelmeye başladı. Ben hatırlarım, babamızın teşkilatında da Macar elektrik ve su tesisatçıları vardı. Vehbi Bey çok düşünür, her işin en iyisini yapan adamı alıp onunla beraber devam ederdi. Yanında çalıştırdığı kişilere de hisse verirdi. Bu hisseleri almaya parası yoksa da sen bu hisseyi al, kazancından bana ödersin derdi. O şekilde arkadaşları kendi işleri gibi çalışırlardı. Birbirlerine ve müesseseye bağlılık vardı. Bugün öyle bir şey yok. Yüzde 10 fazla para alan gidiyor. Bağlılık ve işine saygı vardı. Bugün işine saygı yok.
Burçin Girit: Atatürk’ün yaptığı en önemli şeyler olarak alfabeyi, kıyafet kanununu, bilim insanlarının getirilmesini saydınız. Onun dışında Cumhuriyet’imizin en temel kazanımları neler?
Rahmi Koç: Söylemek çok zor... Yeniden bir ülke kuruyorsunuz. Onu eski, alışılmış, bilinmiş şeylerden sıyırıp yepyeni bir yüze, bir statüye getirmek kolay değil ve Atatürk bunların hepsini yaptı. Bir 10-15 senesi daha olsaydı çok değişik bir Türkiye’yle karşı karşıya kalırdık. O zaman söylediklerini bugün yaşadığımız zaman anlıyoruz ki çok ileri görüşlüymüş. Bugün bizim müzede Atatürk koleksiyonu kısmı var, fevkalade şık kıyafetleri varmış. Atatürk gençleri yurt dışına gönderdi, eğitti ve ondan sonra şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, kağıt fabrikaları kuruldu.
Burçin Girit: Bence Atatürk dünyanın en önemli vizyoner liderlerinden biri. Geleceği bu kadar görüp okuyabilmek korkunç zor bir iş ve o görmüş.
Rahmi Koç: Ben yüz yüze gelmedim, görüşmedim ama babamdan duyduğum kadarıyla çok kibardı. Atatürk’ün demokrasiye saygısını anlatırdı. Tabii son kararı kendisi veriyor ama yanındaki insanları önce dinliyor. Atatürk değişik bir insandı. Bir defa Selanik’te doğduğu için bir Avrupa tarafı vardı. Medeni ve modern tarafı vardı ve bu onu çok ileri götürdü. Zamanından müthiş ileride. Savarona’dan ne kadar ileri görüşlü olduğunu görürsünüz zaten. Hanımlara olan hürmeti, saygısı olağanüstüydü. O zamanlar akademide, tıpta çok fazla hanım vardı. Atatürk büyük adamdı.
Burçin Girit: Cumhuriyet’in eksik kaldığı ya da yönünü yitirdiği dönemler oldu mu?
Rahmi Koç: Düşündüğümde o zamanlar ekonomide çok atılgan değillermiş. Daha konservatiflermiş, bilhassa İsmet Paşa ayağını yorganına göre uzatır ya da yorgandan bir metre daha kısa tutardı. Türk lirası gayet değerliydi. 1 lira 1 dolar 26 sentmiş. 81 milyon dolar ihracat yaparmış, 50 milyon dolar ithalat yaparmış. Dış ticaretimiz 31 milyon dolar fazla verirmiş. Yerli malına çok önem verirlerdi.
Burçin Girit: Biz hep Atatürk’ün geçmişte yaptığı devrimleri konuşuyoruz ama Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına girerken konuşmamız gereken bir şey daha var: Biz Atatürk’ün 100 sene önce yaptıklarını nasıl daha ileriye götürebiliriz? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Rahmi Koç: Atatürk zamanındaki Türkiye bugünkü Türkiye değil. Bugün globalizm dediğimiz dünyayla bütünleşme var, dünyada bir liderlik meselesi var. Hiçbir devlet kendi başına bir ada gibi değil. Dolayısıyla bundan sonraki yüzyılda mutlaka katma değerimizin çoğalması, kaliteli mal üretmemiz, ihracatımızın artması, komşularla olan münasebetimizin düzelmesi, dünyada sözü geçen, hatırı geçen, sayılan bir ülke olmamız gerekiyor. Bu da ekonominin kuvvetinden geçer. Eğer ekonominiz kuvvetliyse sözünüz geçer ve sayılırsınız. Eğer ekonominiz zayıf ve sıkıntılıysa yüzünüze bile bakmazlar. Ekonominin kuvvetli olması lazım bundan sonraki yüzyılda. Ve dünyanın gidişatına da ayak uydurmamız lazım. En mühim şey değişime ayak uydurmak. Değişmeyen tek şey değişimdir derler.
Burçin Girit: Cumhuriyet değerleri Koç Topluluğu için çok önemli. Sizce değerler Koç Topluluğu’nu nasıl ileriye götürüyor?
Rahmi Koç: Biz babadan kalma bir yer olduğumuz için adet, usul, edep, adına ne derseniz deyin bu silsileyi devam ettirmeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımız da eksik olmasınlar. Cumhuriyet değerlerine inanıyoruz. Atatürk’e inanıyoruz. Cumhuriyet, Atatürk, laikliğe olan inancımızı hiçbir zaman, ne olursa olsun azaltmayacağız.
Burçin Girit: Vehbi Bey sosyal konulara odaklanmış biriydi. Sağlık, eğitim, sanat... Nasıl Atatürk’e vizyoner diyorsak o da zamanının ilerisinde bir insandı. Moda laflar var: Amaç odaklı şirketler. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Koç Topluluğu nerelere gidecek?
Rahmi Koç: Vehbi Bey para kazanmaya başlayınca fakirlere, muhtaçlara, durumu iyi olmayanlara yardım ederdi. Bunu da gizli yapardı. Ama iş o hale geldi ki bu bir vasıta icap ettirdi. O random dediğimiz aklına geldiği gibi değil sistemli bir yardım projesi gerekti. Benim kardeşim Sevgi’nin kulakları iyi duymazdı, 1946’da Vehbi Bey Amerika’ya onu ameliyat ettirmek için gittiği zaman görmüş ki hastaneler, üniversiteler, müzeler vakıflar tarafından idare ve finanse ediliyor. Dolayısıyla vakıflar kanununu geçirmek için 15 sene uğraşmış. En nihayetinde muvaffak olmuşlar. İkinci adım da vakıfların yardımlarını vergiden düşme meselesi olmuş. O da ayrı bir çaba icap ettirmiş. Bugün 50 bin vakıf var Türkiye’de. Bunun 15 bini hakiki bildiğimiz vakıflar. Vehbi Bey bu memleketten kazandığının bir kısmını bu memlekete geri verme isteğiyle yaşadı. Vehbi Koç Vakfı’nı kurduğu zaman yegane vakıf oydu. Bizim vakıf hangi sahalara baksın diye konuşuldu. İlk olarak eğitim, sonra sağlık ve sonrasında sanata girildi. Sanata da annem ve babam Yunanistan’a gittiklerinde orada bir aile vakfının müzesini görüp çok etkilenmişler, öyle girmişler. Annem cumaları Kapalıçarşı’ya gidip aldıklarıyla bir müze kurmak istemiş. Bu fikir daha da sarmış onu ve öldüğünde Sadberk Hanım Müzesi yoktu. Vasiyetiydi, biz de müzeyi kurduk.
29 EKİM BALOLARI
Burçin Girit: Anneniz Sadberk Hanım nasıldı?
Rahmi Koç: Ev hanımıydı. O devirlerde babam işe yeni başlamış, çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor... Devamlı çalışıyordu. Ve maalesef annemin pek sosyal hayatı yoktu. Yegane gittikleri ve benim çok iyi hatırladığım senede bir defa önce Atatürk sonra İsmet Paşa’nın verdiği Ankara Palas’taki balolardı. 29 Ekim baloları... Bunlar smokinli, fraklı olurdu. Hanımlar uzun etekler giyerlerdi. Annemle babam davete gitmeden evvel fotoğrafçımızı çağırırlar, ayakta bir fotoğraf çektirirlerdi.
ESKİ ANKARA
Burçin Girit: Siz olur muydunuz yanlarında?
Rahmi Koç: Biz olmazdık. Uzaktan bakardık, onlar çekilirdi. Hem Atatürk’ün hem de İsmet Paşa’nın zamanında insanlar tiyatroya, baleye, konsere, operaya hep smokinle giderlerdi. O kadar ki bizim zamanımızda kadife koltuklu, localı meşhur Yeni Sinema vardı. Oraya bile takım elbise ve kravatla gidilirdi. Her cuma akşamı vizyondaki yeni filmler gösterilirdi. Ankara çok şık, çok temiz, pırıl pırıl bir kentti. Herkesin birbirini tanıdığı, sevdiği, saydığı bir şehir, bir komüniteydi. Sonradan Demokrat Parti zamanında bu bozuldu. Ne demektir dediler frakla gelmek, ne demektir dediler smokinle davetlere gitmek, herkes istediği gibi gelsin dediler, bugünküne kadar indi bu iş maalesef. O şeklini kaybetti.
“ATATÜRK ÇOK ŞIKTI”
“Atatürk çok şık giyinirdi. Bir gün biz top oynuyorduk. Bülent Bulgurlu’nun büyükbabasının Çankaya’da bir evi vardı. Onun önünde düz bir arazi vardı. Orada futbol oynarken Atatürk bugün Anıtkabir’deki Lincoln arabasıyla geçti. Biz de selam verdik, o da bizi selamladı. İlk defa onu öyle gördüm. El sallaması çok sıcak gelmişti. Paşalarda kırmızı kalın bir şerit vardı. Top oynarken paşa geçerse biz durup selam verirdik. Onlar da bize selam verirdi. Ankara böyleydi.”
KEÇİÖREN’DEKİ BAĞ EVLERİ
“Yazları Keçiören’e giderdik. Bağlarda otururduk. En büyüğü, en moderni Recep Peker’in eviydi. Bağlarda oturan tüm aileler birbirini tanırdı, sosyal hayat oradaydı. Birbirlerine yemeğe giderlerdi. Lokantaya gitmek yoktu. Babamızın 11’ler diye bir grubu vardı. 11 arkadaş her cuma akşamı bir evde toplanırdı. Yemek yer, erkek erkeğe konuşurlardı. Bir sefer 11’ler bizim eve geldi. Yeni apartmanın en üst katında, 5. katta oturuyorduk.”
20 YIL AT BİNDİ
“Evdekiler her dakika biri girip çıktığı için sokak kapısını açık bırakmışlar. 11’lerin 11 tane şapkası, 11 tane paltosunu biri gelip çalmış. Sonra babam hepsine palto yaptırıp verdi. Babamız çok çalıştığı için depresyona girmişti. Ona Viyana’da bir profesör olduğunu ve onu görmesini önermişler. Gittiğinde profesör çok çalışıyorsun, mutlaka spor yapman lazım, sana üç tane spor tavsiye edeceğim demiş. Birincisi tenis, ikincisi av, üçüncüsü ata binmek. Babam üçünü de denemiş, en nihayetinde atta karar kılmış. Her pazar ata binerdi. Oradan bana da geçti. 20 sene boyunca her pazar saat 8’de at üstündeydim. O zamanlar araziye çıkardık, bütün araziler boştu. Atlar dörtnala giderdi.”
Burçin Girit: Şimdi İstanbul’da yapmayı düşünemeyiz...
Rahmi Koç: İstanbul’da eskiden Harbiye’deki radyo binasının ilerisinden binip araziye çıkardık. Büyükdere sırtlarına kadar atla giderdik. Pazar günü at sırtında olacağımız için cumartesi günü erken yatmak icap ederdi.
Burçin Girit: Peki, Rahmi Bey yaramaz mıydınız?
Rahmi Koç: Yaramazı bana tarif edin, ben oraya sığıp sığmadığımı söyleyeyim.
Burçin Girit: Yani muzır mıydınız? Kardeşlerinizle kavga eder miydiniz?
Rahmi Koç: Hiçbir zaman ablamla kavga etmedim.
Burçin Girit: Bir erkek çocuk olarak, fiziksel olarak yaramaz mıydınız? Hoplama zıplama, kavga?
Rahmi Koç: Erkek çocuklar olarak tabii yaramazdık. Keçiören’de çıplak ayakla elimizde sapanla gezer, kuş vururduk. Bizim bahçede kayısılar, zerdali der Ankaralılar, armutlar, kirazlar varken gidip komşunun bahçesinden yerdik. Niye orada yerdik bilmiyorum ama komşunun oğlu da bizden gelip yermiş meğerse. Dolayısıyla orada eşitlerdik. Çocukluğumuz iyi geçti. Dadılar biraz baskı kurarlardı. Affetmezlerdi. Cezaya çarptırırlardı. Annem de ceza verirdi. Annem banyoya kilitlerdi, girmişken ben de bir duş alıp öyle çıkardım.
Burçin Girit: Çocukluğunuzda aldığınız o disiplinin belki bugünlere gelmenizde bir katkısı vardır.
Rahmi Koç: Disiplin çok önemli. Hala o Avusturyalı ve Alman dadılarıma dua ederim. Harpte onları enterne ettiler biliyorsunuz. Viyana’da ve Münih’te bir kuruşsuz kalmışlar. Onlara annem yiyecek gönderirdi. Harp gelecek dediler Keçiören’e taşındık. Orada babam bir sığınak yaptırdı. Sonra annem sabundu, kahveydi, çaydı, gaz yağıydı, şekerdi aldı depoladı. Pencerelere siyah stor taktırdık. Işıkların dördünden birini yakardık dışarıdan gözükmesin diye. Öyle tedbirler aldık.