Klan iş başında
Bizim çocukluk yıllarımızda duymaya başladığımız bir söz vardı, “Solcu olmak, adam olmaktır” diye... Adamlığı solculuğa endeksleyen bu antik palavra, bir dönem sözde sanatçı ve aydın takımının dilinden düşmüyordu... Şayet, sanatçı, şair, yazar, bilim adamı olmak gibi bir niyetiniz var ve bu alemlerde tutunmak istiyorsanız, öncelikle yapmanız gereken, ‘adamlık’la ‘solculuk’ arasında kurulan o saçma bağa imanınızı beyan ederek işe başlamanızdı...
Aradan onlarca yıl geçti, ama bu kompleksli ruh hâli varlığını her daim korudu... Hindistan’a rahmet okutacak bu kast sistemi sayesinde, milletten ve onun değerlerinden kopuk bir garip canlı türü belli alanlarda tekelcilik yaparak hayatını sürdürdü...
Bu canlı türünün en belirgin özelliği, milleti gelişimini tamamlayamamış ‘ön-insan’ ‘dereke’sinde görmesidir!.. Dolayısıyla o milletin, taşıdığı milli karakterin ve yaşatageldiği değerlerin hiçbir önemi yoktur!.. Bunların bir başka belirgin özelliği de, insanı ‘iki ayağı üzerinde doğrultma ve geliştirme’ yolunda emsalsiz fedakârlıkları göze almış olmalarıdır!.. Sosyete camilerinden alkışlarla uğurlanacakları o tabutlara girene kadar, ‘emekçilik’ yaparlar... Ama iş para almaya geldi mi, devletin ilgili bakanlıkları, belediyeleri, tanıtım fonları, kim iktidarda olursa olsun bunlara çalışır, çalışmak zorundadır!..
‘Millet kesesinden millete sövme sanatı’ meşakkatli bir iş olsa gerek... Onun için bir klan gibi hareket ederek, araya kimseyi almazlar... Çünkü bütün zorlukları, halkçılık adına üstlenmek, onların ‘toplumsal eleştiri’ üstadları Stalin ödüllü Bertolt Brecht’ten devraldıkları bir misyondu...
Bir Ali Kınık örneği var... Youtuba’a girdiğinizde görebilirsiniz... Şarkıları milyonlarca tıklanıyor... Gariptir, eserleri milyonlarca kişi tarafından izlenen bu sanatçıyı ilgili olanların dışında pek tanıyan yok... Oysa Ali Kınık, sözünü ettiğimiz o ‘klan’a dahil birisi olsaydı, televizyon programlarından, söyleşilerden, ödüllerden başını kaldıramazdı... Kırma bir ideoloji olan ‘burjuva sol’a ve Boğaz’daki mâlum ailelere mensup olmamak işte böyle bağnazlığa yol açıyor... Televizyoncuların arayıp da bulamayacağı, izlenme oranı belgeli bir değer bile ‘solculuk’ ve ‘adamlık’ arasındaki o saçma bağın kurbanı olarak görmezlikten gelinebiliyor...
Bir başka örnek de İsmail Türüt... Doğrusu sulusepken tavırları dolayısıyla çok takip ettiğim birisi değildi... Ayrıca Şevki Yılmaz’dan, Melih Gökçek’e, Mesut Yılmaz’dan, Erbakan’a kadar, dönem dönem siyaseten yükselen kim varsa onlara türkü yaptığı için ‘her devrin müzisyeni’ gibi gördüm kendisini hep... Ama o, bütün bunlara rağmen uzunca bir dönem televizyonların en aranılan sanatçılarından birisiydi... Sonra birden bıçak gibi kesildi ayağı televizyonlardan... Bir türkü onu mahallî televizyonlara düşürdü... Hrant Dink meselesiyle ilişkilendirilen ‘Plan yapmayın plan, tutmaz Karadeniz’de’ türküsünü söyler söylemez, o ‘klan’ tarafından bileti kesildi...
Onlarca yıldır Türkiye’de sinema, tiyatro, müzik ve yayıncılık alanında ‘ideolojik soykırım’ yaşanmaktadır... Bu soykırımın faillerini, bir gün ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye bağırırken, bir başka gün KCK operasyonlarına karşı çıkarken veyahut da ‘Altın Portakal’da kendileri çalıp kendileri oynarken görebiliyoruz... Dünyanın adı konulmamış belki de en tutucu sınıf dayanışmasıdır bu...
Elbette ‘ideolojik soykırım’dır bu... Neredeyse yüz yıldır, elalemin karısına kızına bakan, sonra ahlak pazarlayan, gizliden rakı içen, kötü karakterlerle işbirliği yapan çift kişilikli imam tiplemesi çizerek, onun üzerinden dine ve onun müesseselerine saldırmışlardı... Bu modaya son yıllarda mafyacı, işbirlikçi, yurtseverleri katleden tetikçi, halk düşmanı ülkücü tiplemesi eklenmişti... Yine tarih konulu dizi ve filmlerin büyük çoğunluğunda, Türk tarihi aşağılanması gereken bir olgu olarak ince ince işlenmeye başlanmıştı...
Bu milletin bir ferdi, dolayısıyla bu ‘ideolojik soykırım’ın bir mağduru olarak, şimdi göğe yükselen yaygaralardan doğrusu haz duyduğumu itiraf ediyorum...