Değerli araştırmacı yazar Osman Selim Kocahanoğlu, “Divan-ı Harb-i Örfi Muhakematı Zabıt Ceridesi Tehcir Yargılamaları”adlı eseriyle Ermeni soykırımı iddialarına ışık tutan tarihi belgeleri gündeme taşıyor.
1915’teki Ermeni Tehciri bahane edilerek Türkiye’yi hedef alan soykırımcı suçlamalarının ardındaki gerçeklerin peşine düşen Osman Selim Kocahanoğlu, dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yer alan mahkeme tutanakları ve kararlarını “Tehcir Yargılamaları” adıyla kitaplaştırdı.
Takvim-i Vekayi’deki tüm tutanakları ilk kez yayımlayan Osman Selim Kocahanoğlu metne 40 sayfalık önsöz yazıp, Temel Yayınları’ndan yayımladı. Kitapta tehcirle ilgili iki büyük davanın tutanakları, bunların ve dört ayrı davanın kararları, İttihat Terakki yöneticilerinin yolsuzluktan yargılandığı Sapancalı Hakkı Davası’nın tutanakları bulunuyor.
Kocahanoğlu, yakın tarihimiz açısından çok önemli olan bu çalışması hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:
Bu kitap, Birinci Dünya Harbi’ndeki Ermeni Tehciri nedeniyle işlenen suçlardan dolayı İttihatçıları yargılamak üzere kurulan Ferik Nazım Paşa riyasetindeki Divan-ı Harb-i Örfi’nin zabıtlarıdır. 27 Nisan 1919’da başlayıp aylarca süren duruşmalarda, İttihat-Terakki’nin bakanları, Merkez-i Umumi üyeleri ve Katib-i Mesulleri dahil çok sayıda kişi yargılanmıştır. O günün Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlanan bu zabıtlar, tam metin ve eksiksiz olarak yeni harflere çevrilmiştir. Tehcir ve Teşkilat-ı Mahsusa eylemleri için açılan Ana Dava ve Katib-i Mesuller davası ile Yozgat, Elazığ, Trabzon gibi yan davaların tahkik Heyeti Raporları, iddianameler, sorgulama ifadeleri, savunmalar ve mahkumiyet kararları sadeleştirilmeden sunulmaktadır. Bu zabıtları sunarken amacımız; Son dönemde yoğunlaşan ermeni soykırımı iddiaları etrafında yapılan tartışmalara ve bu konudaki bilgi kirliliğinin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktır.
Sadece Tehcir faciasını araştırma bakımından değil, Mütarekenin siyasal ortamı, savaş koşulları ve dünya politikasını anlamak için de, bu kitap birinci el kaynak niteliği taşıyor. Çok boyutlu uluslararası soruna dönüşen Tehcirin içyüzünü anlamak için; öncelikle, tarihte yaşanan olayları güncelin gölgesi haline getirip günümüz duyarlıklarını geçmişin üzerine çağdaş ideolojik şemalar gibi yapıştıran bilinç kararması ve bilgi kirliliğinden mutlaka kurtulmamız gerekiyor.
Temel Yayınları Tel:(0212) 516 23 52
*
Yedi tepeli şehirden türküler
İki imparatorluğun siyasi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ise sanat başkenti sayılan İstanbul, her dönemde bütün sanat dallarında başı çekmekteydi. Aynı zamanda ekonomik zenginliğin de merkeziydi. Hâl böyle olunca, eğlence ve onun en yaygın unsuru müzik, sosyal hayatın her aşamasında vardı. 1453’ten itibaren şehirde başlayan Türk, Müslüman halkın iskânıyla birlikte zamanla şehirde yeni bir kültürel sentez ortaya çıktı. Anadolu, Rumeli, Kafkasya, Orta Doğu ve Kırım’ın kır çiçekleri, İstanbul’da aşılı gül, lale ve menekşeye dönüştüler. Saraydaki Enderundan, Mevlevihanelerden, Tekkelerden şehre, halka yayılan müzik, bugün Türk Sanat Müziği veya Klasik Türk Müziği olarak nitelendirilen müzikti. Bektaşî dergâhlarında ve halk arasında Türk Halk Müziği olarak adlandırılan müzik yankılanıyordu. İki müzik türü zamanla çalgı, makam ve icra olarak önemli ölçüde birleşti. Şehir halk müziğinin en güzel örnekleri sergilenmeye başladı; şenliklerde, eğlencelerde... 19 ve 20. yüzyıllarda İstanbul büyük göçlere sahne olunca şehir halk müziğinin renkleri çoğaldı; çalgılar, icra teknikleri zenginleşti. Mahallî sesler, ağızlar, çalgılar varlıklarını daha güçlü hissettirmeye başladılar. 15 milyonluk metropol şehrin türküleri de bu oyluma uygun bir görkeme kavuştu.
Halen TRT Kurumunda 26 türkü ile temsil edilen İstanbul’un, gerek özel arşiv ve koleksiyonlarda gerekse ulaşılamayan kaynaklarda takribi 500 civarında türküsünün olabileceğini söylemek abartı olmaz. Ancak Ali Nail Tan ve Salih Turhan’ın hazırladığı, “İstanbul Türküleri” kitabında İstanbul halk müziği ile ilgili faklı kriterler esas alınmak suretiyle “Türkü” tür/şekil ve formuna uygun 100 ezgiye yer veriliyor.
Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50
*
Sultan’ın Sarayında
Sultan II. Abdülhamid, ataları gibi el sanatlarıyla yakından ilgiliydi; marangozlukta mahir ve çiniciliğe meraklıydı. Kürek çekme, binicilik, atıcılık, yüzme gibi sporlar yapardı. Nadir ve ilginç bitki ve hayvanları severdi. Ve bütün bunların, Yıldız Sarayı’na yansıyan bir yüzü vardı. Öteden beri özellikle Avrupalılar nazarında Yıldız Sarayı hep merak konusu olduğundan zamanla sarayın üst düzey misafir trafiği artmıştı. Ziyaretçilerin geniş saray bahçesinde gezdirilmesi için de zaman zaman projeler gündeme geliyordu. Bunlardan, Paris sefiri Salih Münir Paşa’nın projesini Kasım Hızlı ve Yıldız Sarayı’nın az bilinen yanlarını Kemal Erkan YEDİKITA Dergisi’nin Temmuz sayısı için kaleme aldı. Sultan II. Abdülhamid şehzadeliğinden itibaren Avrupalılar dâhil herkesin gözünün üzerinde olduğu bir şahsiyetti. Nitekim saltanatı sırasında bu gözler bazen takdirden, bazen hayretten bazen de ellerinden bir şey gelmediğinden kâh kısılıp kâh açılmıştı.
Amcası Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilip şehid edilmesi gibi büyük bir badireden sonra padişah olan II. Abdülhamid her şeye adeta yeniden başlamış, ikametini Yıldız Sarayı’na aldırarak burada şehir içinde bir şehir meydana getirmişti. Buradan hem ülkesini yönetiyor hem bütün dünyayı yakından takip ediyordu. Teknolojik gelişmeler birinci derecede ilgi sahasındaydı. Nitekim onun zamanında dünyada denizaltıya sahip ikinci devlet Osmanlı oldu ve Haydarpaşa’dan başlayan demiryolu hattı Hicaz’a kadar uzandı.
Derginin Temmuz sayısında tarihçiliğin ABC’sini Prof. Dr. Ali Akyıldız, Balıkesir’de kurulmuş bir ilim cemiyeti misalinde medrese talebelerinin nasıl yetiştiğini Doç. Dr. Ahmet Köç, kripto Müslüman bir İtalyan’ı Harun Tuncer, baharat tadında tarihi Tunahan Kanıcı, İstanbul’un gururu hattat bir bakkal Arif Efendi’yi F. Zehra Can ve şehid sadrazamları Abdülhadi Uysal yazdılar.
YEDİKITA Dergisi Tel:(0212) 657 88 00
*
Cepheye Giderken
Hidayet Karakuş, “Anne Beni Bekleme” adlı romanıyla okurlarını geçmişte duygu dolu bir yolculuğa çıkarıyor: Sarışın, pembe yanaklı, yeşil gözleri çakmak çakmak bir kızdı. Afacandı, hemen her şeye el atardı. Her şeyi bilirdi sanki. Ben onun yanında çekingen dururdum. Büyüdükçe aramızda bir uzaklık oluştu. O, artık genç bir kızdı, bense delikanlı. İş güç derken çocukluk günlerinin anıları gerilerde kaldı. O gün, benim gidişimi izlemesi içimi bir tuhaf etmişti. Bana niye öyle bakmıştı ki; cepheye gittiğimi bilmiyor muydu?
Bilgi Yayınevi Tel:(0312) 434 49 98
*
Kalemin Kuvveti
Eğitimci Avukat Adil Gülvahaboğlu, makale, deneme-araştırma ve eleştirisel yazılarını “Edebiyat Penceresi” adıyla kitaplaştırdı. Gülvahaboğlu, edebiyatın gücünü de şu sözleriyle özetliyor: Duygu, fikir, düşünce, analiz-sentez olgularının kaynağı da edebiyattır. Bilim ve teknolojiyi insanlığa götüren, kalıcı kılan da edebiyatın anlatım gücüdür. Barışı, özgürlüğü, tutsaklığı, bağımsız hayatı, demokrasiyi, demokratik laik Cumhuriyeti hep edebi dünyada buluruz. Diktatörlükleri yıkıp hürriyet düzenini kuran da edebiyattır.
Payda Yayıncılık Tel:(0544) 927 51 65