KİTAP / AHMET YABULOĞLU 24-04-2016

KİTAP / AHMET YABULOĞLU 24-04-2016

İmparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti

Değerli araştırmalarıyla yakın tarihimizin karanlıkta kalan gerçeklerini gün ışığına çıkaran Osman Selim Kocahanoğlu, “Yeni Türkiye’nin Doğuşu” adlı eseriyle yine ezberleri bozup, sadece hakikatleri gözler önüne seriyor.

k2-001.jpgOsman Selim Kocahanoğlu, “Yeni Türkiye’nin Doğuşu adını verdiğimiz bu kitap, 600 yıllık imparatorluğun küllerinden doğan yeni Türk devletinin hikayesidir” diye takdim ettiği bu çok önemli çalışması hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:

Batının ‘hasta adam’ dediği 600 yıllık Osmanlı imparatorluğu Trablusgarp, Balkan Harbi ve 1. Dünya Harbi gibi felaketler ardından ölüm döşeğine girmişti. Mondros Mütarekesiyle yaşanan işgaller ve bunun ardından gelen Milli Mücadele ile kutlu bir doğum yaşanacak; dünya siyasi literatürü Türkiye Cumhuriyeti isimli yeni bir devlet kazanacaktır. Kurucuları eski Osmanlı Paşası, nüfusu eski Osmanlı tebaası, çatısı eski olsa da bu “genç ve dinç” devlete artık “devlet-i Osmaniye, devlet-i âliyye” gibi isimler verilemezdi. Yeni devletin adı Türkiye Cumhuriyeti oldu.

Askeri başarı ardından Lozan’ın kurtlar sofrası gelecek, daha sonraki dinamikler Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunu sağlayacaktır. Kitabımız aslında saltanat ve hilafetin kaldırılması ile Cumhuriyetin ilanı gibi üç temel dinamiğe dayanır. Giriş mahiyetindeki birinci bölüm, Osmanlıdan yeni devlete miras kalan tarihsel/ toplumsal/ kültürel ve zihinsel referansları kavrama noktasıdır. Osmanlıdan Cumhuriyete dönüşümün siyasal ve ideolojik arka planında görülen ve bizim sayılan geleneksel öğreti ile bizim olmayan Batı değerlerinin çatışma ve buluşma alanları ortaya konuldu.

Yeni Türkiye’nin doğuşu ve cumhuriyetin ilanını sağlayan en önemli kurucu dinamik Osmanlı saltanatının kaldırılmasıdır. TBMM’nin 30 Ekim ve 1 Kasım 1922 görüşmelerinde saltanat kaldırılmış, bu oturumda Vahdeddin lehinde söz söyleyen tek kişi çıkmamıştır. Saltanat kaldırıldığı halde hilafet yerinde bırakılmakla, cumhuriyetçiler ile hilafetçi takım berabere kaldılar. Vahdeddin, tahtından feragat etme yerine 17 Kasımda kaçmayı tercih edince hilafet boşluğu doğmuştur. Vahdeddin yurt dışına kaçmakla hem saltanatın kaldırılmasını hem Cumhuriyetin ilanını kendisi meşrulaştırmıştır. Bu iki olay zabıtlara dayalı olarak incelenirken geniş perspektifli bir arkaplan değerlendirmesi de yapılmıştır.

Takip eden bölümde Yeni Türkiye’nin siyasal ve ideolojik omurgası olan Cumhuriyetin ilanı ve bunu zorunlu kılan sebepler incelendi. Saltanat kaldırılırken isimsiz bir cumhuriyet doğmuştu, 29 Ekim 1923’te yapılan ise doğan çocuğa isim vermekten ibaretti. Cumhuriyet üzerinde bir tartışma ve aleyhinde konuşma olmadan bir celsede ilan edildi. Cumhuriyeti tartışmaya açmak, başındaki kırmızı Fes’in püskülünü bile imanının parçası gören anlayışla demokrasi tartışmasına girmek olurdu. Bu yenilgiyi unutmayan medrese gericiliği yıllar sonra öfkesini “iki ayyaş”ın küfür hamlesi gösterecektir. Halbuki devrimler böyle aniden yapılır, bu cesareti ancak ihtilalci önderler gösterebilirdi. İleriyi geride arayan saltanat ve hilafet lobisinin sakız gibi çiğnediği tezler, anlı şanlı yoldaşların yalancı rolleri, çarpıtılmış bilgiler, sahte demokrasi havariliği ve öfkenin belirtisi olan “iki ayyaş” hikayesi bu bölümde sorgulanmıştır...

Yeni Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in kuruluş hikayesinde yerini alan çok sayıdaki portreler arasında bir istisna bulacaksınız. Mücadelenin başından beri olayları ve zamanı tümüyle kuşatan... Arkası ve kayırması olmadan her makama kendi gücüyle yükselen... Herkesi ama herkesi sabırla dinleyen... Gecesi gündüzü olmayan bir ihtilalci... Bazen cephelerde, bazen Meclis kürsülerinde konuşan, herkesi ve her projeyi yöneten ve yönlendiren, kurtuluş ve kuruluşun odağında bir oyun kurucu... Sanki annesinin değil tarihin kucağına doğmuş, sanki annesinin değil doğanın memelerini emmiş bir devrimci... Bir siyaset dehası: Mustafa Kemal.

Masa başından o günlere inmeyen, zamanın ruhu ve bilgisinden uzaklaşan günümüz okuru bunlara şaşırabilir; bu adamın davranışlarını “çılgınlık” bile sayabilir... Ama burada yazılanlar tarihin yaşanmış gerçekliğidir. Bunlar bilinmeden Yeni Türkiye’yi de Cumhuriyetin hikayesini de anlayamayız. Milli Mücadele ve erken Cumhuriyete anadan doğma lanet okuyan piyasa tarihçilerine seslenmek beyhudedir. Tarihi doğru bilgilerle okuma, anlama ve algılamanın, eğer kalmışsa vicdanlı olmanın dine imana bir zararı yoktur... Hemen belirtelim; kurtuluş ve kuruluşun odağında olan Mustafa Kemal de eksiği ve fazlasıyla herkes gibi bir insandı... Herkes gibi o da güneşe ve ölüme göz kırpmadan bakamazdı... Her şey toplumun ortaçağ kafasından kurtulması için düşünülmüş, en hakiki yol gösterici bilim sayılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin doğuş ve kuruluş dinamiklerini vermeye çalışan bu kitapta, bu vatanın kolay kurtulmadığı, Cumhuriyetin kolay kurulmadığı, devrimlerin boşuna yapılmadığı, kısaca insanı insan yapan değerler ortaya konulmaktadır.

Temel Yayınları Tel: (0212) 516 23 52

*

Soykırım yalanları

k1-001.jpg

Uludağ Üniversitesi Avrasya Bilimsel Araştırmalar ve Kültür Topluluğu yöneticilerinden Yusuf Düzgören, “Millet-i Sadıka’dan Milli Düşmanlığa Ermeniler / Yüz Yıllık Düşmanlığın Psikolojik ve Tarihi Arka Planı” adlı çalışmasında Türk milletine atılmış büyük iftirayı belgeleriyle ortaya koyuyor. Prof. Behçet Kemal Yeşilbursa, kitabın önsözünde şu değerlendirmeyi yapıyor:

Bu mesele “Şark Meselesi” adıyla formüle edilen, farklı yer ve zamanlarda değişik biçimlerde gündeme getirilen daha büyük bir sorunun parçasıdır. Bu sorun, “Türklerin Anadolu’ya ayak basmalarıyla birlikte ortaya çıkan şark meselesinin” sadece küçük bir kıvılcımıdır. Tarih boyunca, yüzlerce defa Türk milletine ve devletine karşı denenen oyunların bir parçasıdır. Yine bu sorun, büyük devletlerin tarih boyunca Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da ve Anadolu’da uyguladığı emperyalist siyasetin bugün ortaya çıkan farklı bir yüzüdür.

“Tehcir” meselesini yönlendirenler zaman zaman münferit veya müştereken hareket etmişlerse de amaç hep Türk devleti ve milletine yönelik olmuştur. Sebep bazen Hindistan’a giden yolların güvenliği,bazen Akdeniz üstünlüğü bazen de Boğazlar’daki rekabet, ticari, kültürel veya dini imtiyazlar olmuştur ancak tüm bunlar hep bu meselenin farklı görüntüleri olmuştur.Dolayısıyla Ermenilerin koruyuculuğunun yapılması da bu emellerin tahakkuku için bir bahane olmuştur. Mesele tarihi değil siyasidir.

Yusuf Düzgören’in “Millet-i Sadıka’dan Milli Düşmanlığa Ermeniler / Yüz Yıllık Düşmanlığın Psikolojik ve Tarihi Arka Planı” adlı bu değerli çalışması da hepimizin sürekli sorduğu bu soruya yanıt arıyor.Son derece titiz ve en önemlisi son derece tarafsız bir araştırma. Ayrıca bu kitap bu mesele üzerine düşünen geniş kesimin pek çok ders çıkarabileceği bir eser.

Astana Yayınları Tel: (0312) 230 04 85

*

Asker gözüyle Çanakkale...

k3-001.jpg

Çanakkale, milli bilincin şahlandığı, emperyalist planların iflas ettiği, Türk askerinin Batı’ya insanlık dersi verdiği, inancın ve fedakârlığın maddiyata üstün geldiği, Mustafa Kemal Paşa’nın “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” dediği yerdir. Emekli Tuğgeneral Mustafa Kemal Tutkun, “100. Yılında Çanakkale Ruhu” adlı kitabında Çanakkale Muharebeleri’ni hamasi söylemlerle değil, tarihi hakikatlere uygun olarak ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Kitapta, Şevki Paşa Haritası ile özgün krokiler bulunuyor.

Kaynak Yayınları Tel: (0212) 252 21 56

*

Türkmen yurtları...

k4-001.jpg

Irak’ta Türkmenlerin yaşadıkları bölgeleri tanıtan bu eser, Türkmen toplumunu ansiklopedik üslupta ele almıştır. Suphi Saatçi, “Irak Türkmen Boyları / Oymaklar ve Yerleşme Bölgeleri” kitabında Türkmeneli bölgesinde yaşayan Türkmen boylarını, oymaklarını, aşiret ve ailelerini kapsamlı biçimde tanıtıyor. Kendi topraklarında barış ve güven içinde yaşamak isteyen Türkmen toplumunun yaşadığı kentlerin, kasaba ve köylerinin monografilerini de içeren bu eser, sağlıklı bir kılavuz ve güvenilir bir yol haritası.

Ötüken Neşriyat Tel: (0212) 251 03 50