Ahmet Önal, Erhan Afyoncu ve Uğur Demir tarafından kaleme alınan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler” adlı kitap Osmanlı padişahlarının üçte birinin asker müdahalesiyle değiştirildiği gerçeğinin altını çiziyor.
Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesildi. Ancak tarihimize göz atıldığında bunun eski bir hastalığımız olduğu gerçeği ortaya çıkmakta. Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri isyanlar ve darbeler, Fatih Sultan Mehmed’in ilk hükümdarlığı zamanında 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlar ve 1913’teki Bâbıâli baskınıyla sona erer. Neredeyse Fatih Sultan Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12’sinin isyan ve darbeyle tahtını kaybettiği göz önüne alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılır. İstanbul, Osmanlı baş- kenti olduktan sonra büyüklü küçüklü birçok isyana tanık oldu. Bu isyanlar o kadar İleri boyutlara ulaşıyordu ki, bazen padişahın mutlak vekili olan sadrazamların kelleleri alınırken, bazen de bizzat padişahlar tahttan indirilip, öldürüldü. İsyan patlak verdikten sonra önünü almak oldukça güçtü ve asiler, birkaç istisna hariç, genelde istedikleri kişilerin kellelerinin meydanlarda sallandırılmasını sağlıyorlardı. Bazen saatlerce, bazen de günler hatta aylarca devam eden isyanlar İstanbul halkına korkulu günler yaşatıyor, günlük hayat tamamen felç oluyordu. Özellikle Atmeydanı, Osmanlı devri isyanları ile âdeta özdeşleşen bir mekân olmuştu. Hem Bizans, hem de Osmanlılar döneminde eğlencelerin yapıldığı ve törenlerin düzenlendiği önemli bir yer olan meydan, kozların paylaşıldığı, hanedanın meşruiyetinin tartışıldığı, idarecilerin icraatının yüksek sesle eleştirildiği ve şehrin kapılarının kapatılmasından sonra askeri grupların farklı unsurlarının birbirlerine kılıçlarını çekip silahlarım boşalttığı; karşılıklı fetvaların birbirini hükümsüz kıldığı; tüm bunların bazen bir padişahın tahttan indirilmesine ve hatta öldürülmesine kadar ileri gittiği; bazı devlet adamlarının canlarına mal olurken, bazdan için ise ikbal kapılarının ardına kadar açıldığı; Özetle her şeyin “devletin bekası ve adaletin temini için yapıldığı”, kozların paylaşıldığı bir mekândı. Bu kitapta Osmanlı tarihinde meydana gelen isyan ve darbelerin önemli bir kısmı yer almaktadır. Etkileri açısından imparatorlukta büyük tahribata, yıkımlara ve kıyımlara yol açan isyanlar ve darbeler genel hatlarıyla, kronolojik bir sıra takip edilerek anlatılmaya çalışılmıştır.
Yeditepe Yayınevi Tel: (0212) 528 47 53
***
Maddeden manaya Türkistan
“Türkistan Rüyası” kitabı, Dr. Hayati Bice’nin hayatındaki önemli gelişme ve olayların roman tadında kaleme alındığı eseridir. Ancak, kitapta anlatılan olaylar sade bir hatırattaki gündelik olayları içermez. Komünizm sonrası Türkistan Cumhuriyetleri’nin durumu, Türk yurtlarında misyonerlik faaliyetleri, Kerkük dramı, Doğu Türkistan’da Türk asimilasyonu, Yesevilik tasavvufun günümüzde nasıl yaşanacağı konusunda çok önemli bilgiler, Allah dostlarından tavsiyeler, gibi bir çok konu yaşanmış olaylar etrafında inanılmaz gerçeklikleri ile yazıldı. Otobiyografik bir roman olan “Türkistan Rüyası”nda, yazar Dr. Oğuz Karaçay takma adı ile okurla buluşur. Kitapta yer alan isimlerin bazıları rumuzlu isimleri ile konuların içinde yer alsa da kamuoyu tarafından iyi bilinen veya maneviyat sahasının önemli şahsiyetleri gerçek isimleri kullanılarak olaylara kahraman olmuştur. Türkistan’ın bir ucunda görülen, Türkistan’da mânanın maddeye bir kez daha hâkim olacağını müjdeleyerek Türk’ün milli ruhunun konulmasını vurgulayan ve kitaba ismini veren “Türkistan Rüyası” başlı başına bir ruhanî nasip meselesini gözler önüne seriyor. Dr. Hayati Bice, etkili bir tasavvuf silsilesinin “yaşayan mürşid-i kâmili” Mustafa İhsan Karadağ ile buluşuyor ve Kazakistan’a gidiş gelişlerinde O’nun manevî rehberliğine müracaat ediyor. Medine’de, Ravza-ı Mutahhara gölgesinde tanıştığı Kaşgarlı bir Uygur Türk’ünden aldığı Divan-ı Hikmet’i parça parça yayına hazırlayan Bice, gördüğü ’ağır bir rüya’nın Mustafa İhsan Karadağ Dede tarafından yorumlanması için huzura varıyor; mürşidi kahramanımıza, görülen rüyanın derin bir anlamı olduğunu söylüyor ve... Görev başlıyor.
H Yayınları Tel:(0216) 532 33 13
***
Kafka'nın kehaneti
Josef K. otuzuncu doğum gü- nünde bilinmeyen bir nedenden tutuklanarak sorgulanır. Durum anlamsızdır, yasalar bilinmez, mahkeme meçhuldür. Josef K. ne olduğunu bile bilmediği suçun üstüne kaldığını öğrenir. İnatla ama başarısızca gitgide artan saçmalıklara ve zorluklara karşı koymaya çalışır ve neticede bir yıl sonra şehir kapısında idam edilir. Dava yazılışından bir süre sonra dünya sahnesine çıkan, yurttaşlık haklarının askıya alındığı, bir sivil itaatsizlik imasının dahi zulümle karşılandığı totaliter rejimlere dair bir öngörü ve eleştiri olarak yorumlanır çoğunlukla. Nazi Almanya’sına dair bir “önsezi” barındırdığı söylenebilir belki. Erişilmez bir otorite tarafından yöneltilen ve ne olduğu hiçbir zaman açıklanmayan bir suçlamayla karşı karşıya kalan Josef K.’nın davasında, mahkemeye dinsel ya da metafizik bir otorite de atfedilebilir. Kafka Dava’da suçu yalnızca bir eylem olarak tanımlamayıp zanlının “kötü niyeti”yle de ilişkilendiren ve suçtan çok suçluya odaklanan absürd bir hukuk sistemi paradigması inşa eder. Kuramsal olarak ortada yasadışı bir eylem olmaksızın suçu mümkün kılan bir sistemdir bu. Ancak Kafka suç, sorumluluk ve özgürlük üzerine yazarken bir sistem ya da doktrin ortaya koymaz, çözüm önermez. Okuru ister istemez içine çeken bu karanlık dünya tasavvurunun tartışmaya açık olmayan tek bir özelliği varsa, o da müphemliğidir. Franz Kafka’nın 1914 yılında yazmaya başladığı Dava, ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından yayımlanmıştır. Dava, içerdiği sembolizm ve metaforik yapısının karanlığından dolayı yazarın, üzerine en çok konuşulan romanlarından biridir. Tanrı’nın krallığından kovulmuş bir sürgünlük psikolojisini tüm eserlerinde sessiz bir çığlık olarak işleyen Franz Kafka korku, çaresizlik ve yalnızlığın hüküm sürdüğü belirsiz bir dünyanın tercümanıdır.
Bilgi Yayınevi Tel:(0312) 434 49 98
***
Unutulmuş bir kalem
Toplumcu şiirin önemli temsilcilerinden olan İlhami Bekir Tez, 1944 ve 1984 yıllarında basılan “Taşlı Tarladaki Ev” romanıyla da tanınıyordu. 1965 yılında kendi olanaklarıyla bastırdığı “Herhangi Bir Roman Kitabıdır” ise büsbütün kayıptı. Yapı Kredi Yayınları, şimdi bu unutulmuş romanları yeni önsözlerle birlikte sunuyor. Çünkü ikisi de günümüz okuruna çok şey söylüyor. İkisinin de kurgusu, içeriği ve anlatımı yenilikçi. İkisinin de dili rahat, şiirsel ve samimi. İkisinin de içeriği siyasal, tarihsel, toplumsal çilelerin ipleriyle örülü...
Yapı Kredi Yayınları Tel:(0212) 252 47 00
***
Spor deyip geçmeyin
Bilge Donuk’un kaleme aldığı “Liderlik ve Spor”, sporda liderliğin rolü konusunda yapılmış tatmin edici bir araştırma. Tarihî örneklere atıfta bulunarak yönetimde ve motivasyon kazandırmada liderliğin üstlendiği mühim rol açıklanıyor. Liderlik hakkındaki tezler, liderlik tarzları ve liderliğin işlevleri inceleniyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Osmanlı Padişahlarının sporla ilgili politikalarından, katıldıkları spor etkinliklerinden örnekler veriliyor. Eserin bir bölümü alan araştırmasının nesnesi olarak ülkemize ayrılmıştır.
Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50