Araştırmacı yazar Metin Erendor “Suriye ve Türkmenler” adlı yeni çalışmasında 1921 Ankara Anlaşması’yla sınırlarımızın dışında kalan soydaşlarımızın bugün yaşadıkları trajediyi ve bölgenin tarihi arka planını gündeme taşıyor.
Oğuz boyları akıncılarının 7. yüzyıldan itibaren Irak ve Suriye’de görünmeye başladığı ve yoğun Türk göçlerinin 10. ve 11. yüzyıllarda gerçekleştiğini hatırlatan Metin Erendor bölgedeki Türk varlığının geçmişi hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “1064 yılında bölgeye gelen ilk Türkler Karahanlıların Batı Kolu hükümdarı Tamgaç Han’ın oğlu olan Hanoğlu Harun Bey ve ona bağlı 1000 kadar atlı Oğuz’dur. Suriye’ye yerleşen Oğuz boyları iki koldan ilerlemiştir. Bozoklara mensup Bayat Avşar Beğdili Döğer boyları; Halep Hama Humus ve Şam yöresine Üçok koluna mensup Yüreğir, Yıva, Kınık, Bayındır, Salur ve Eymür boyları ise Lazkiye ve TrablusşamistikametindeEnsariye dağlarının batısına yerleşmişlerdir. Suriye’de nüfusun yaklaşık yüzde 16’nı oluşturan 35 milyon Türkmen Halep Humus Hama Lazkiye (BayırBucak) Şam Kuneytra ve Rakka’da yaşamaktadır. Unutmayalım ki bugün güney illerimizde sınıra yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlar 1921Ankara anlaşması ile tespit edilen sınırlara göre bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılan birer Türk’türler. Şayet sınır hattı 20-30 km kuzeyden geçirilseydi buralarda yaşayanlar da bugün Suriye Türkmeni kabul edilecekti. Geçmişte Saddam rejiminden kaçarak Özal’ın isteği ile Türkiye’ye kabul edilenKürtlere Araplara Suriye’den ve Irak’tan bize sığınan Yezidi ve Süryanilere ülkemizde kaçak işçi olarak yaşayan Ermenilere karşı gösterilen resmi ve özel ilginin hoşgörünün ve yardımın çok daha fazlası kadim kardeşlerimiz Türkmenlere de tereddütsüz gösterilmelidir. Türkmenler asla sığınmacı kaçkın vatansız göçmen olarak değil belki de bugüne kadar yaşadıkları ile yüce Tanrının Türk milletine müjdelediği bu vatanın öz sahipleri arasında kabul görmelidirler. Aramızdakisınır varsa eğer tel örgüden ibarettir.Aramızda akrabalık bağı kan bağı vardır.Bu bağın adıTürk’lüktür. Bu nedenle bugün ata topraklarında misafir olarak bulunan Türkmen kardeşlerimizi sevmek dertlerini üzüntülerini acılarını paylaşmak en basitşekliyle sorumluluk ahlak ve ahde vefa gereğidir. Rahmetli Galip Erdem’in de dediği gibi; Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte de birleşmeğe mecburdurlar. Aksi takdirde millet sevgileri kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır.”
Bilgeoğuz Yayınları Tel:(0212) 527 33 65
*****
Balkanlar ne acılar yaşadı
Balkan komitacılarından olan dedesinin hatıratından yola çıkarak, “Behçet Ziya Vandar’ın 1914 Makedonya Hatıratı” adlı kitabı kaleme alan Fethi Alikoç, 1821 Yunan Ayaklanması’ndan itibaren Balkanlarda yaşanan savaşlar, katliamlar, soykırım girişimleri, Ermeni ihanetleri, dünyanın dört bir yanında Türklere uygulanan soykırımlar, tarihî belgeler eşliğinde, akıcı bir dille anlatıp, yakın tarihimiz ve ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara ışık tutmakta. Kitabın önemli bir kısmında, Makedonya-Doyranlırahmetli Behçet Ziya Vardar ve Bulgaristan’da Balkan Savaşı ile başlayıp, kahramanlıkları İstiklâl Savaşı’nda da devam eden Yahya Kaptan gibi Balkanlı Türk yiğitlerinin tarihî belgelerışığında hatıraları yer almakta. FethiAlikoç, bu çalışması hakkında şu bilgiyi veriyor: Balkan Savaşları, Makedonyayı mahvetti. Türkler en büyük felaketi Balkan Savaşlarında yaşadılar. En büyük çileyi bu savaşlarda çektiler. Anadolu bu savaşlarda ağladı. Bacılar bu savaşlarda hıçkırdı. Şehit oldu, gazi oldu, kanlı gözyaşı döktü. Ne Yunan’da acıma vardı, ne Bulgar’da, ne Sırp’da. Dedem bu zamanları gördü ve yaşadı. Çete savaşlarının içinde bulundu. savaşın ıstırabını yaşadı. Yaşlılık zamanlarında kimi vakit dalar gider, uzun uzun düşünür, gözlerinden yaşlar gelirdi. Bunu görünce, “Acaba neyi düşünür?” diye aklımdan geçirirdim. Dedemin hatıratını okuduktan sonra uzun uzun düşündüm ve onun anlattıklarını hatırlamaya başladım. Bu hatırladıklarımın bende kalmasını istemedim. balkan Harbi faciasında tesadüfen sağ kalmışların ve koca bir imparatorluğun enkazında bir avuç toprağa kurulan Türkiye’ye sığınan muhacir ve mübadillerinin çocuklarının ve torunlarının da hatırlamasında fayda var, bunların unutulmaması ve geleceğe bunları bilerek bakılması mecburiyeti var diye düşünüp bu derlemeyi yaptım.
Buhara Yayınları Tel: (0212) 512 33 90
*****
Şehirlerin ocakbaşları
Bir sözlü iletişim ortamı olan kahvehane tarihi boyunca çeşitli işlevler üstlenmiş ve yapısal değişimler yaşamıştır. Cem Sökmen, “Eski İstanbul Kahvehaneleri” kitabında ilk kahvehanenin İstanbul’da açılışından itibaren şehir yaşamında gördüğü işlevler, şehrin yapısındaki değişmelerin kahvehanelerin önemine olan etkisi ve bir form değişikliği örneği olarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren görülmeye başlanan kıraathaneleri “Aydınların İletişim Ortamı Olarak Eski İstanbul Kahvehaneleri” üst başlığı altında inceliyor: Türkiye coğrafyasındaki tarihi boyunca kahvehane kelimesi ile birlikte, kısaltma yoluyla kahve kelimesi de kahvehane kurumunu karşılamıştır. İstanbul’da açılan ilk kahvehane için Gelibolulu Mustafa Ali 1553, Peçevi 1554 tarihlerini vermektedirler. Araştırmacılar tarafından kesin bir tarih üzerinde anlaşılmış olmasa da İstanbul’da ilk kahvehanelerin 1550’li yılların başında açıldığı genel kabul olarak benimsenmiş ve kahvehane literatürü bu bilgiye göre şekillenmiştir. İstanbul’da ilk kahvehaneler Halepli Hakem ve Şamlı Şems adlı kişiler tarafından Tahtakale’de açılmıştır. Tahtakale’nin ekonomik faaliyetler ve limana yakınlıkla şekillenen kozmopolit ortamı İstanbul’da daha önce örneği bulunmayan kahvehane kurumu için uygun bir zemin olmuştur. İstanbul’da ilk kez 1554 yılında bir kahvehane için ticaret siciline vergi kaydı yapılmıştır. Kahvehanelerin çabuk benimsendiği Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarında sadece on yıl içinde sayının elliye ulaşmış olmasından anlaşılmaktadır. II. Selim ve III. Murad’ın saltanat yıllarını kapsayan 1574-1595 yılları arasında kahvehanelerin sayısı hızla artarak altı yüze ulaşmıştır. İstanbul’un fethinden tam yüz yıl sonra ilk örnekleri görülen kahvehaneler fetihten sonra İstanbul’a getirilen Türk nüfusun birkaç kuşakta ortaya çıkardığı İstanbullu tipinin sadece özel alanda kalmayarak şehir yaşamına katılmasına olanak sağlamıştır.
Ötüken Neşriyat Tel: (0212) 251 03 50
******
Politikanın etkili silahı
İçerisinde yaşadığı dünyayı tarif, tanzim ve tasnif etme gayesi asırlardır devam eden insanoğlu, bu uğurda yaşadığı büyük kayıplara rağmen varoluşsal hedefinden asla vazgeçmemiş, kendi ‘meşru’ iktidarını oluşturabilmek adına her daim ’öteki’yaratmayı bilmiştir. Bu faaliyetler için en uygun araçlar ne ise onlara hakim olma yarışı, iktidara talip yapılar arasında rekabete yol açmıştır. Editörlüğünü Samet Kavoğlu’nun yaptığı “Teoriden Uygulamaya Siyasal İletişim” adlı kitap bu amansız yarışı masaya yatırıyor.
Nobel Yayıncılık Tel:(0312) 418 20 10
*****
Bir şiir ustası
Türk edebiyat tarihi üzerine yaptığı zengin ve özverili incelemelerle tanınan Prof. Tofik Melikli’nin “Bir Şiir Devrimcisi Nazım Hikmet” çalışması, bü- yük şairi yeniden keşfetmek isteyenler için bulunmaz bir kaynak. Kitapta, Türk şiirinin önde gelen isimlerinden, büyük şair Nazım Hikmet’in Türk şiirinde yaptığı devrimi tüm ayrıntılarıyla ve geçmiş dönemden örneklerle ele alıyor. Eser, şairin devrim fikrini şiirinin estetiğine nasıl yansıttığını ortaya koyarken, arka planda ise okuyucuya Türkiye’nin yaklaşık 60 yıllık siyasi tarihini sunuyor.
Salyangoz Yayınları Tel: (0212) 346 03 04