Kırmızı gülle ölümü hatırlayan bir yolcu ve yine o dil
Yılmaz Güney Yumurtalık’ta âdi bir cinayetin sorumlusu katildi... Ama hep ‘çirkin kral, artist ve yönetmen’ olarak kaldı... Yoldaşları Siverek’e heykelini diktiler, kimse öldürülen hâkimin acılı bir ailesinin olacağını umursamadı...
Ayşe Hülya Özzümrüt, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok’u karısı ve kızıyla birlikte katleden MLSPB’li dört teröristten birisiydi... 1991’de şartlı tahliye sayesinde cezaevinden çıktı... ‘Katliam hükümlüsü’ olarak değil, şiirleri Ahmet Kaya tarafından bestelenen ‘ödüllü şair ve yazar’ olarak devam ediyor hayatına...
Pınar Selek de babadan torpilliydi!.. Milli mücadeledeki başarıyı komünist Rusya’ya bağlayan Anadolu İhtilali’nin yazarı Marksist siyasetçi Sebahattin Selek’in kızıydı... Mısır Çarşısı’nda çocukların da öldüğü patlamadan dolayı cezası onandı, yurt dışında kaçak olarak yaşıyor... Ama ‘katil’olarak değil, ‘sosyolog’ olarak!..
Hiçbirine ‘katil’ diyemediler... Ümraniye’de sözde halk mahkemesi tarafından yargılanıp katledilen ve cesetleri çöplükte bulunan beş ülkücü işçinin katillerine de, Adana’da altı öğretmeni şehit eden cânilere de... Geçelim milliyetçilerin binlerce katilini, bunlar, ellerinden hâlâ bebek kanı sızan Apo’ya bile ‘katil’ diyemediler... Başbağlar’ın isim isim bilinen onsekiz katilinin neden aramızda dolaştığını sorgulamadılar...
Önceki gün vefat eden Ünal Osmanağaoğlu için ‘dâvâ’dan döneniyle dönmeyeniyle hep birlikte abandılar, “Katil öldü” diye... Kemal Türkler konusunda yerel mahkeme Osmanağaoğlu için üç kere beraat kararı verdi... Onu görmek yerine Yargıtay’ın bozma kararını alkışlayıp durdular... Kararında direnen hâkim sonunda isyan etti, “İçimdeki adalet duygusu ölecekti” diyerek dâvâdan çekildi, kulak asmadılar...
Bahçelievler’de ise mahkemenin kararını bozan Yargıtay’a yüklendiler,’ideolojik’ diye... Başlattıkları kampanya semeresini verip Genel Kurul kararı onaylayınca rahatladılar... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diğer iki sanığın askerî cezaevinde işkence altında ifadesinin alındığını ve kendisinin itiraz edemediğini tespit edince Osmanağaoğlu’nun adil yargılanmadığına hükmetti, görmezden geldiler... Hem ‘insan hakları’ herkes için değildi!.. ‘Soğuk savaş’ artığı dille yapılmış o rezil dizilerdeki gibi, ülkücü insan mıydı da hakkı olacaktı?
Yalnız onlar değildi Osmanağaoğlu’nun ölüm haberinden sonra aşağılaşan... İktidar yanlısı bazı gazete ve internet siteleri ne kadar da ‘esfel-i safilîn’ takımından olduklarını ispatladılar... Filmlerde görseler dehşete kapılacakları bir hayatı, kendilerine bir gün bile ayırmadan, ‘vatan için’ yaşamak zorunda kalanlara kinlerini saçtılar... Her devirde özenle korudukları ‘ağrısız’ başlarını ‘Ağrı’lı ülkücü’nün ölüsüne vurdular kompleks içinde...
Her şartta ‘kâr hesabı’ güden anatomileri, buradan da bir menfaat çıkar mı diye baktı... Öyle ya seçimler vardı, çatı aday için iki parti bir araya gelmişti... Ortada kendisi için bir saniye yaşayamamış bir cenaze varken, ‘katil ve katledilen’ fitnesini nasıl sokarım diye şeytanîliğe yeltendiler... Delikanlıca kaybetmek yerine namertçe kazanmayı ayıp saymayan kültürden geldikleri için hiç utanmadılar...
Şaşırmamak gerekiyor... Çünkü bunlar Alper Tunga Uytun, Cuma çıkışında bıçaklanarak şehit edilirken gamsızca seyredendeler kavmiydi... İdeolojileri, her devirde ağlaya ağlaya sonunda dört ayak üzerine düşmekti... Hem ne demişti Dev-Genç liderine dönemin İçişleri Bakanı: “Biz sizinle ittifak yaparız. Yalnız bir şartım var. Yıldız’a, edebiyat ve hukuk fakültelerine bizimkileri alacaksınız, ülkücüler beni ilgilendirmez...”
Osmanağaoğlu ve kardeşleri ‘yaşatmak’ için yaşamamayı, millet uğruna ‘adanma’yı tercih ettiler... Şair’in dediği gibi “Kırmızı gül yârin dudağını hatırlatır on beşindeki gence/ Bizler on beşimizde hep ölümü hatırladık kırmızı denince...” Kimin hangi kompleksi kustuğu hiç önemli değil, onlar çirkefin içinde kendilerine tutunarak yaşadıkları bu hayattan kahraman olarak göçüp gittiler...