Kirli satranç
Kamuoyu araştırmacılarının bu seçimlerle ilgili ittifak ettiği bir nokta var: Kararsızların oranı önceki seçimlere oranla çok daha düşük... Seçimlere beş ay daha olmasına ve adayların henüz tam belirlenmiş olmamasına rağmen ortalamanın üzerinde ‘kararlı’ seçmen bulunması önemli elbette...
Bu duruma gerekçe olarak, toplumun daha önceleri hiç olmadığı derecede ‘bloklaşmış’olması gösteriliyor... Bizde ‘hizmet’veya ‘proje’den ziyade ‘değerler üzerinden yürümek’sonuç alma adına en kestirme yöntem olarak benimsendiği için kutuplaşma ortaya çıkıyor... Siyaset ve kutuplaşma birbirinin mayası gibi... Değerler üzerinden siyaset kutuplaşmayı, kutuplaşma da siyaseti besliyor... Bu durumda kişi veya gruplar ‘karşıdaki’ne göre pozisyon alıyor... Oyunu kullanırken kendisini ‘diğer’ine karşı koruma veya galip gelme duygusuyla hareket ediyor... Bunu savunageldiği veya yaşayageldiği ‘değer yargıları’adına yapıyor ya da yaptığını zannediyor...
Siyasî iktidar şu gerçeği çok iyi biliyor: Dünyadaki bütün iktidarlar başarı veya başarısızlıktan bağımsız bir şekilde de yıpranırlar ve inişe geçerler... Oysa AKP hiç inişe geçmedi... Hatta her seçimden oylarını yükselterek çıktı... Dopingi, toplumda meydana gelen bloklaşmalardı... AKP’ye muhalefetin zaman zaman ‘değerler’üzerinden yapılması, onun için tam bir gıdaydı... Vurduğunu zanneden karşı taraf, vurmuyor âdeta servis yapıyordu!..
Kutuplaşma, siyasî tercihler belirlenirken, hayat standardı, demokrasi, ülke bütünlüğü konusunda hassasiyet gibi denetlenebilir, çıplak gözle teşhis edilebilir kavramlar üzerinden sağlıklı değerlendirmelere değil, ‘inançlar’a göre şuursuz yığılmalara yol açıyor... Doğaldır ki, bu da ‘büyük’taraflar adına siyaset etmeyi ve yönetmeyi kolaylaştırıyor... Üstelik karşınızda oyunun kurallarının sizin koyduğunuzu, oyunu rakip sahaya sizin yıktığınızı ve kendilerini sürekli savunmaya zorladığınızı fark etmeyen ve fark etme niyeti pek de olmayan bir muhalefet varsa işiniz daha da basitleşiyor...
Eğer bu siyaset tarzının ülkeye orta ve uzun vâdede vereceği zararlar umurunuzda değilse, doğrusu akıllıca bir yöntem... İcraatlarınızkadar değil, ‘inançlar’ınız veya ‘göründükleriniz’kadar karşılık buluyorsunuz... Bir tarafın size düşmanlığı artsa bile, diğer tarafın ‘değerlerini korumak adına’ size tutunmak zorunda kalması, iktidarı elde tutmanıza yetiyor!.. İktidarınızın kurdu olma ihtimali olan ‘normalleşme’asla istenmezken, sağlıklı değerlendirmeler yerine saplantıların belirleyici olduğu, husumetlerin bilendiği sosyal iklim baş tacı ediliyor...
Seçmenlerin davranış kalıpları, tercih belirlemedeki kriterleri, olayları algılama ve karar verme biçimleri bilimin konusu... Profesyonel siyaset bunları el yordamıyla değil, bilimsel tekniklerle ölçtürür ve gereğini yapar... Türkiye’de bu gerçeği en iyi bilen ve gereğini yapan da siyasî iktidar... O yüzden zaman zaman ortaya çıkan gerilimleri, sadece Başbakan’ın başına buyruk ve asabî yapısıyla sınırlamadan bağımsız değerlendirmek gerekiyor... Bunun sonuç almaya yarayan bir gereklilik ve siyasette tadına varılmış bir tarz olduğunu bilmekte yarar var...
Başbakan Erdoğan seçim akşamları yaptığı balkon konuşmalarındaki olgunluğunu ve kuşatıcılığını neden daha sonraki söylem ve uygulamalarına yansıtmaz? Neden sinir uçlarında dolaşmayı tercih eder? Erdoğan’ın Kuzey Afrika dönüşünde Gezi olaylarıyla ilgili tansiyonu düşürücü bir değerlendirme yapmasını bekleyenler, en azından ümit edenler vardı... Oysa tersini yaptı, parti içinde ‘çatlak ses’ çıkaran Bülent Arınç gibi istisnaları rencide ederek susturdu... Bloklaşma üstadı olduğu için yıllardır Ankara’daki yerel iktidarı kimseye kaptırmayan Melih Gökçek’le el ele vererek işi kampanyaya çevirdi... Saha araştırmalarından biliyoruz ki, önceleri iktidarın açılım politikalarına şüpheyle veya tepkiyle yaklaşan, bunun için de partiyle arasına mesafe koymaya başlayan seçmen kitlesinin önemli bir bölümü, ‘eski mevzileri’ne geri döndü...
Aklın yerini ‘öfke’nin aldığı bir siyasî düzlemde doğrularla yanlışlar iç içe girerken, seçmenlerin siyasî eğilimlerini ‘karşı’tarafın muhayyel ‘düşmanlık potansiyeli’ ya da ‘beridekiler’i ‘kendinden görme’ duygusu belirliyor... Bu ortamda ne projeyi, ne hizmeti, ne yolsuzluğu, ne denetimsizliği, ne de adaletsizliği konuşabiliyorsunuz!.. Konuşsanız da duyan, algılayıcısı açık olan insan sayısı azalmış oluyor...
Bunun için ülkenin mutlak anlamda normalleşmeye ihtiyacı var... Siyasî iktidarın oluşturduğu gündeme takılmak, takılmak yetmediği gibi onun beklediği tarzda hücum etmek, yine onun iktidarını pekiştirmeye yarıyor... Türkiye bir on yılını böyle kaybetti, bir on yıl daha kaybetmesine itirazı olanlar bunu iyi düşünmeli...
Bu bir satranç... Hamle avantajı elinde olanların, karşıdakinin bir sonraki hamlesini önceden bildikleri bir satranç... Şablon muhalif tepkilerden sıyrılıp, bu kısır döngüyü bitirmek lâzım... Ama kime anlatacaksınız, kim dinleyecek, kim uygulayacak?