Kırık hatıralarla 12 Eylül yıldönümü
Türk Ordusu milletin gözbebeğidir. 27 Mayıs darbesinden sonra milletin ordu karşısında şaşkına döndüğü, yapılanları izah etmekte zorlandığı 2. darbe 12 Eylül’dür.
Darbe sonrası “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” açıldı. Parti üst kademe yöneticisi kadromuz idam talebi ile tutuklandık ve yargılandık. MHP kadroları için; vatanın bütünlüğü, devletin devamlılığı, milli bağımsızlık, gerekirse uğrunda ölünecek yüce değerlerdi. Nitekim, bu inanç bütünlüğü ile “Mamak Mahkemeleri” nden MHP granit gibi çıktı.
Savcı, MHP binasında tam teşkilatlı bir ameliyathane bulunduğunu, sandıklar dolusu silah ve cephane ele geçirildiğini, Genelkurmay dahil her yeri dinleyen bir telsiz haberleşme sisteminin yakalandığını ifade etmişti. İddianamede de yer alan bu saçmalıklar sonra patlak balona döndü. Tam teşkilatlı ameliyathanenin sadece bir tıp talebesinin steteskopu, sandıklar dolusu silahın ruhsatlı 5 tabancadan ibaret olduğu, Genekurmay’ı dinleyecek kapasitedeki telsiz cihazının ise basit bir pilli radyodan ibaret olduğu ispatlanmış ve radyo duruşmada avukatlar tarafından savcılığa hediye edilmişti. 12 Eylül darbesi ile ülkenin vatanperver, her türlü emperyalizme karşı kadroları, tek kelime ile: ezilmiştir. Bu ezilmeden, milliyetçi ve sosyalist kadrolar bolca nasip almıştır. Mamak, Dünya İşkence Tarihinde 1. sırayı alamazsa mutlak 2. sıradadır. Mamak’ta hayalara cereyan vermek, çarmıha germek, üstüne binip demir çubukla dövmek ve daha nice hayvanları utandıran aşağılık işkence yapılmıştır. Darbe yapıldığında milletvekili olanlar “Ordu Dil Okulu” nda tutuklu kaldı. Okul hapishane şartlarına çevrilmişti. Zaman içinde 40 yaşını aşmış olan erkek tutuklular da Mamak’tan Dil Okulu’na taşındı. Kel Hasan bunlardan birisiydi. Halk şairi idi. Birgün “Beyim dertli bir adam var, bunu bir dinle” dedi. “Hasan biz burada idam talebiyle yatıyoruz, bizden dertlisi var mı?” dedim. Bir ayağı iyice topallayan, uzun boylu, Adanalı, şoför arkadaş geldi. 5 çocuğu varmış. Büyüğünü dövmüşler. “Biz solcuyuk, bizim enigi dövse dövse ülkücüler döver” demişler. Karısıyla Ülkü Ocağına gitmişler. Ocaktaki gençler bunları çok iyi karşılamış. “Emmi senin oğlanı biz niye dövelim? Adana’da 24 fraksiyon var. Araştıracağız. Adresini ajandaya yazalım. Sana bilgi vereceğiz.” Şöför İbrahim, bunları anlattı ve: “Beyim ben Köy İşleri’nde şoför idim. Darbe olunca polisler ocağı basmış, ajandadan benim adarasayı almışlar. 3. cereyanı da verince, ben baktım öleceğim, ‘Evet ülkücüleri eylem yapmaya ben taşıyordum’, dedim. Buraya geldik, Erbakan’ın koğuşuna verdiler. Bir hafta doldu, Hoca ‘Kardeşim namaza başla, yoksa doğru karavanaya’. Şimdi benim derdim Hoca’nın zengin sofrasını bırakıp gideyim mi yoksa namaza başlayıp bu sofrada mı karnımı doyurayım?..”
İbrahim bizim iddianamede de önemli bir sanık olarak yerini aldı. Mahkemede muhteşem sakalıyla sorguya davet edilip siyasi görüşü sorulduğunda hakime verdiği cevabı şu oldu: “Beyim, solcu idik, işkence gördük ülkücü olduk, yemek yedik Erbakancı olduk. Ne olduğumu ben de bilmiyorum...”
Mahkeme Başkanı dahil herkes ciddiyeti bırakıp kendisini kahkahaya terk etti. İşte, İbrahim’in dramı 12 Eylül işgüzarlarının halk katında işledikleri cinayet çapındaki yanlışların bir levhasıdır. Bu ülkenin teröre kurban verdiği bütün insanlarımızı rahmetle anıyorum. Ülkemizin böylesine felaketleri yeniden yaşamaması için herkese soğukkanlılık ve akl-ı selim diliyorum. Şairin : “Zulm ile abad olan, akibet berbad olur” sözü cümleye ve özellikle yöneticilerin kulaklarına küpe olsun.