Kintsugi, bir Antik Japon felsefesi. ‘Kin’ altın, ‘Tsugi’ ise yama yapmak, birleştirmek anlamına geliyor. Kırıkları altınla yamamayı, onlara yeni bir hayat sunmayı öğütlüyor. Bu felsefeye göre aslında hiçbir şey gerçekten kırılmıyor. Yani bir bakıma hiçbir şey de boşuna yaşanmıyor ve en değerli anılarımız o kırıklarda birikiyor. Çünkü o kadar değerli yaşanmışlıkları taşıyorlar ki, daha güçlü bir bağla parçalar yeniden bir araya geliyor.
Kintsugi, bir felsefe olmasının yanında aslında bir sanat. Bir teknik olarak bu düşünceyi yansıtan sanatçılar, kırılmış seramik objelerin değerini göstermek için onları altın ve gümüş ile birleştirmiş. Ve bu şu manaya geliyor: Evet, hayatta kırılıyoruz; ama her birimizin yaşanmışlığı biricik ve benzersiz. Bu durumda ortaya çıkan bu eserler de işte bu benzersizliğin izlerini ışıldayarak taşıyor…
Belki de bu tekniği, özellikle zor zamanların kıskacında günler yaşarken hayatımıza da adapte etmeliyiz…
BU FELSEFE NASIL DOĞDU
15. yüzyılda yaşamış Japon komutan Ashikaga Yoshimasa’nın çok sevdiği bir Çin yapımı çaydanlığı varmış ve her şey o çaydanlığın kırılması ile başlamış. Çaydanlığı o kadar çok seviyormuş ki, atmaya gönlü razı olmamış. Onarılmasını istemiş. Onarıp getirmişler. Ancak bu kez de görüntüsünden hoşnut değilmiş. Japon zanaatkarların bu işi çözebileceğini düşünmüş ve zanaatkarlar göreve çağrılmış. Zanaatkarlar, çaydanlığı estetik bir görünüme kavuşturacak şekilde onarmış. Komutan, çaydanlığa baktığında tekrar beğendiği bir görüntü bulmuş…
Komutanın hayal kırıklığının yerini alan o memnuniyet hali, zanaatkarların ince çalışmaları, işte Kintsugi tekniği ve felsefesini doğurmuş…
KİNTSUGİ TEKNİĞİ
Kintsugi 500 yılı aşkın bir geleneği yaşatan bir sanat tekniği. İlk bakışta kırıldıkları için çöpe gidecek objeleri hayata döndürüyor, evet. Ancak bununla birlikte bir de hayat dersi veriyor. Yaşadığımız her anın çok değerli olduğunu, ne kadar kırılgan olsak da, hayatın bizi onararak devam ettiğini hatırlatıyor.
Birine çok kırıldığımızda aklımıza gelen bir örnektir. Bir vazonun kırıldıktan sonra bir daha eskisi gibi olmadığını, kalbimizin de işte böyle kırıldığını söyleriz. Oysa üzerine çalışılmış, emek verilmiş insani ilişkilerimizde Kintsugi tekniğini kullanmak daha pozitif bir seçenek olabilir. Bu felsefeye göre kırılmak aslında bozulmak ya da yok olmak değildir. Bir anlık öfkemizle öyle hissetsek de, zamanla bizi onarıma geçiren hayat, bizi yeni bir var olma sürecine taşıyor. Aslında Kintsugi, yaşamın değeri üzerine pozitif metafotlar üreten bir sanat.
Kintsugi ustalarından birinin şu sözüne rastladım, aktarmak istiyorum:
“Kırık eşyadaki güzelliği tamir etmiyorsunuz. Oradaki güzellik, o nesneye nasıl baktığınızla ilgili. O kırık eşyadaki potansiyeli görebiliyoruz, normalde çöpe atılacak o eşyayı yeniden kullanıyor, yeniden doğmasını sağlıyoruz.”
WABİ-SABİ ANLAYIŞINA DAYANIYOR
Kintsugi, temelinde wabi-sabi anlayışına dayanıyor. Nedir wabi-sabi?
Wabi-sabi’ye göre, yaşam kusurlu değildir. Bu sebeple hiçbir anında da kusurdan bahsedilemez. Yaşam, barındırdığı her şeyle değerlidir. Kırılmış bir çaydanlık, vazo, tabak… her ne ise o obje, değer verilerek üzerinde ince ince çalışıldığında, pozitif düşüncelerle sizi olduğunuz yerden bambaşka bir yere taşır. Hal böyle iken aynı şeyi kalp kırıklıklarımız, yaşadığımız dünyada yolunda gitmeyen pek çok şey için bu felsefeye odaklanmak mümkün.
Çünkü Kintsugi, kırık nesneleri yeni gibi görünmesi için değil, kusurlarıyla güzelleşmesi için onarıyor. Bu bakış açını benimsediğimizde tüm kusurlarımız, sevdiklerimizin kusurları, en değerli parçalar haline dönüşüveriyor. Kırıldıysa vazgeçtiğimiz, yenisini almaya yeltendiğimiz yeni dünya yaşamımız, -aynı mantıkla kalbimizi kıran insanlardan da vazgeçiyoruz- bizi hep bir şeylerin yolunda gitmediği hissiyle büyütüyor sanki. Oysa hepimiz kırıldığı yerden güçlenen, affeden, hatalarından ders almayı bilip ilk hatada vazgeçmeyen kusurlu insanlar da olabiliriz.
Nihayetinde hepimiz kusursuz çatlakları olan bireyleriz. Dünyada üzerimize hangi görevin düştüğü arayışı içinde yaşıyoruz ve zaman geçiyor…
(EnSonhaber)