Kim, kimi temizliyor?

İddia olunan "FETÖ"ye mensup olduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edilen öğretmenlerden Emrah Gürsu, 2 Ağustos 2016'dan bu yana tutulduğu Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndan yazmış aşağıda küçük bir bölümünü aktardığım mektubu:

" (...) Ben darbe haberini alır almaz arkadaşlarıma demokrasinin yanında olmak gerektiğini belirten mesajlar attım. Daha çoğu kişinin darbenin yanında mı olsak - karşısında mı diye tereddüt yaşadığı dakikalarda, annemin ağlayıp izin vermemesine rağmen devletin yanında yer almak, belki tankların önünde durarak mücadele vermek niyetiyle Elazığ Valiliği'nin önüne gittim. İlk gittiğimde çok az kişi vardı. Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından sonra kalabalık arttı. Sabaha kadar girişim olma ihtimaline karşı bekledik. Şükür ki, Elazığ'da kanlı bir olay yaşanmadı.

Ama...

Ya bir olay yaşansaydı ve ben İstanbul'daki ve Ankara'daki vatandaşlarımız gibi yaşamımı yitirseydim "demokrasi şehidi" mi olacaktım yoksa "demokrasi teröristi" olarak da anılacak mıydım?

(...)

Darbeciler elbette yargılanmalı. Halkın ve polisimizin üzerine bomba atanlar tanklarla milleti ezenler en ağır şekilde cezalandırılmalı. Fakat bizleri üzen nokta mesleğimizden ihraç edilmemizden, özgürlüğümüzün elimizden alınmasından çok o hainlerle aynı kefeye konmak. Bunları aslında baba ocağı olan milliyetçi vekillere yazmayı isterdim fakat onlar da bize bu cezayı hak görenlerle aynı şeyi düşünüyor. Hak mı? Hak getire! Adalet mi? Tabelalarda... Hukuk ise alimlerle-zalimlerin gayrimeşru çocuğu olmuş.

(...)

Bizimle birlikte 10 binin üzerinde öğretmen açığa alındı. Tabii ki onların suçlu olup olmadıklarını ben değerlendirmeyeceğim. Fakat görevden alınmalarına sebep neydi ki, iade edilmelerini sağlayan ne oldu? Biz onlardan daha mı suçluyuz ki, görevden uzaklaştırıldığımız yetmezmiş gibi bir de ihraç edildik. Anlamakta güçlük çekiyorum. Bizi daha fazla suçlu kılan ne?

Sanırım devlete göre çok suçluyum. Ama devletten daha fazla değildir herhalde. Ama yine de devlet sağ olsun, vatanımız ebedi olsun..."

***

Bu mektubun, elime bugün ulaşması tevafuk oldu.

Bu feryadı paylaşan binlerce öğretmen, asker, polis, esnaf, doktor, mühendis, hukukçu, doluluğu kapasitelerini misliyle aşan, tutuklu ve hükümlülerin nöbetleşe uyudukları cezaevlerine gönderilirken, Rusya'nın Ankara Büyükelçisi'ni öldüren 22 yaşındaki polis memuru gibi "15 Temmuz'da özel izin almış, malum dershanelerden yetişip KPSS soruşturmasından da şaibeli" velhasıl olağan şüpheli tiplere dokunulmadıysa...

Ki, "suikastçı polis"ten önce hatırlayın "örgüt yok" kararı veren hakim, olmadığına hükmettiği örgüte, terör operasyonunun emanet edildiği savcı, bizzat operasyon yapılan örgüte üye çıkmıştı!

Öyle kenarda köşede değil, ülkenin en büyük adliyelerinde, devedişi gibi vatanseverlerin yargılamalarının Silivri usulü bizzat "ÖYM kalıntısı" hakimlerce yapıldığı fısıltısını duymayan kalmadı.

Bu tablo karşısında, "vatani bir görev" sayıp şu sorunun cevabının peşine düşmeli herkes:

Kim kimi temizliyor devlette(n)?

***

Çık işin içinden

Suikastçı polisin anlaşılmaz infazıyla iddia edildiği gibi "hangi imama" bağlı olduğunun mu üzeri örtülmüş oldu/örtülmek istendi "hangi imam görünümlü papaza" bağlı olduğunun mu?

***

Şeytanın sor dediği...

Ya Rusya'ya da bir "11 Eylül" lazımsa?..

***

"En büyük"

Seikan Tüneli 53.9 km.

Manş Tüneli 50.45 km.

Avrasya Tüneli 14.6 km.

Nasıl "en uzun" oluyor peki?

Lütfen biri ülkeyi idare edenlere söyleyebilir mi;

Bir eserin/hizmetin insanlığın hayrına olabilmesi için "en büyük" yahut "en uzun" olması gerekmiyor...

Hedeflenen asgari faydayı sağlasın; şu ortamda milleti "borçlu" çıkarmasın o bile yeter!

***

Elbette korusun...

Önce Balyoz darbesi, şimdi de Balyoz kumpasını kuran FETÖ'yle ilişkilendirilerek tarihe geçen Jandarma Asb.Kd.Bçvş Mutlu Kılıçlı, Yeniçağ'ın uğradığı saldırı sonrası sadece "gazete çalışanları ve kurumsal kimliğine geçmiş olsun" demek için Sivas E Tipi Cezaevi'nde kaleme aldığı bir paragraflık mektubunu manidar bir notla bitirmiş:

"Elbette Tanrı Türk'ü korusun. Yoksa nasıl olacak?"

***

İşaret dili

Suikasttan 5 dakika sonra televizyonlarda "zaten Today's Zaman'ın eski temsilcisi de işaret etmişti" diye şakıyanlar bu "işareti alamayanlar"ın sorumluluğunu teğet geçmeye devam ediyorlar.

Halep'teki sivil kayıplardan sonra memleketin dört yanında "katil Rusya" çığlıkları atılırken, "artık güvende olmayan"ı Uganda Büyükelçisi sandılar zahir!

Yazarın Diğer Yazıları