Kıbrıs’ta neler oluyor?
Kim ne derse desin, bu dönemde Türk dış politikasının en büyük sorunu
“Kıbrıs”ta odaklanıyor.
Başta Suriye olmak üzere, çoğu komşu ülkelerle sorunları bulunan Türkiye’nin eli gün geçtikçe zayıflıyor.
Yanlış dış politikadan kaynaklanan Türkiye’nin tutumu, dost ülkeleri bile tedirgin ediyor.
Sadece, İran, Katar ve Irak’ın Kuzeyi’ndeki peşmerge yönetimiyle normal ilişkilerini sürdürülebilen Türkiye’nin, ters konumu her seferinde başını ağrıtıyor.
Nitekim, Kıbrıs’taki son gelişmeler bunu açıkça kanıtlıyor.
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, durup dururken yıllardır düşman bellediği KKTC ile neden sözde bir “Federasyon” kurmaya razı oluyor.
Bu sorunun çeşitli yanıtları ve nedenleri oluyor.
En büyük hedefin, Kuzey Kıbrıs Devleti’ni tamamen ortadan kaldırırken, bir toplumun egemenlik ve güvenlik hakkını elinden almak, savunmasız bir şekilde bırakarak, topraklarını “ilhak” olduğunu artık herkes biliyor.
Her şeyden önce, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” sadece Türkleri egemen ve yetki sahibi olmaktan alıkoyuyor.
Oysa, 1974’te çözülen 1983’te de “fiilen” iki yönetim şeklini alan Kıbrıs’ı yeniden sözde “tek devlet” haline getirme çabası neden Batı’nın gündeminden düşmüyor.
Irkı, dini, dili, kültürü, sosyal yapısı, tarihi kısacası hiçbir unsuru, hiçbir şeyi birbirine benzemeyen, üstelik düşman iki toplumun kurduğu devletler neden birleştirilmek isteniyor.
Özellikle ABD’nin, bu “senaryoyu” sahneye koymak istemesi, son yıllarda deniz taşımacılığı ve petrol bulunma ihtimalinin artması Kıbrıs’a yeni bir pencere açtırıyor.
Aslında, Kıbrıs’ta Rum hâkimiyetinde Birleşik Kıbrıs için düğmeye basıldığı ortaya çıkıyor.
Rumların hiçbir şekilde adada, Türk tarafını istemedikleri hele ayrı bir hükümranlıktan bahsedilmesinden bile “tedirgin” oldukları nedense bir türlü hatırlanmıyor.
Güney Kıbrıs, yıllardan beri aynı görüşü, aynı tavrı ve aynı planı, çeşitli kılıflar altında savunuyor.
En büyük hedefleri ise; daha önceleri önemle belirttiğimiz gibi, Kıbrıs halkını soykırımdan koruyan Türk Ordusu’nun adadan ayrılmasını sağlamak olduğu da gizlenemiyor.
Görülüyor ki Kıbrıs’ın güvenliği daha doğrusu KKTC’nin bağımsızlığı, Türkiye’yi sanıldığından daha da fazla ilgilendiriyor.
Aslında; milli varlık, değer ve çıkarlarımıza yönelik gizli ve açık saldırılar son zamanlarda yoğunluk kazanıyor.
Milletimizi kaygılandıran bu saldırılara etkin karşılık verilmemesi, saldırganların, cür’etini artırıyor.
KKTC’nin egemenlik haklarını, Kıbrıs Türklerinin uluslararası anlaşmalardan doğan özgürlük ve güvencelerini, Doğu Akdeniz’deki güvenlik ve ekonomik haklar dengesini ve Ege’deki statükoyu temel almayan hiçbir çözüm girişimini kabul etmemek gerekiyor.
Ne var ki Kıbrıslı soydaşlarımızın kafası karıştırılıyor.
Her şeyden önce, Kıbrıslı Türklere şimdiki Rum devletinin pasaportu ve cazip kolaylıklarla dolu hayat ya veriliyor, ya vaat ediliyor.
Tabii ki Türkiye’nin anlaşmalardan doğan hakları unutuluyor.
Zaten; Türk hükümeti, Rumların veya yandaşlarının çoğu “hak ihlalleri”ni görmezlikten geliyor.
Aslında, KKTC’nin Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, dayatmalara karşı gelmek istiyor.
Ancak, “Anavatan”dan her seferinde tam destek alamıyor.
Anlaşılan, çok zor durumda bırakılan Eroğlu’nun çeşitli sıkıntıları ve kararsızlıkları bulunuyor.
Eroğlu, sanki “bir dokun, bin ah dinle” ikilemini yaşıyor.
Hatta “rahatlamak” umuduyla, bu Cuma Türkiye’ye geliyor.
Marmara Grubu Vakfı Akademik Konseyi tarafından düzenlenecek gecede, görüşlerini açıklarken, sorulara yanıt vermesi bekleniyor.
Kıbrıs müzakereleri ile ilgili gelinen son durum hakkında bilgi verecek olan KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nu, Akademik Konsey üyelerinin yanı sıra 30 civarında gazetecinin izlemesi bekleniyor.
Bunca gelişmeler yaşanırken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, “ortalarda dolaşmadığı” da hemen fark ediliyor.
Anlaşılan o dur ki, Kıbrıs’ta ABD ve paralelindeki AB’nin planları saat gibi işliyor.
Kısacası, beklenmedik girişimler, gerek ABD ve gerek AB’nin; bunalım halindeki AKP hükümetinden Kıbrıs sorununda da büyük tavizler kopardığı anlaşılıyor.