Kıbrıs’ta bir şeyler mi ısıtılıyor?
Son bir ay içinde meydana gelen gelişmeler, haklı olarak böyle bir soruyu akla getiriyor. Bunları kısaca özetleyelim.
- Erzurum’a Kış Olimpiyatlarına davet edilen Yunanistan Başbakanı Papandreu, Büyükelçilerimize şöyle seslendi: “Kıbrıs’ta işgal sürdükçe, Türkiye AB’ye üye olamaz. Ege’deki uçuşlarla neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz? Tehditle bir yere varılamaz.” Bu yüzümüze karşı söylenen sert ve saldırgan suçlamalara, orada hazır bulunan Başbakan Erdoğan cevap vermedi. (7.01.2011)
- Güney Kıbrıs’a giden Alman Başbakan’ı Merkel; petrol, doğal kaynaklar, ekonomi, AB, NATO ve Kıbrıs sorunu görüştü. Basına “Güney Kıbrıs, elinden geleni yaptı ama Türk tarafı buna karşılık vermedi. Ankara Protokolü yerine getirilmeli. Türkiye’nin AB’ye girmesini destekliyoruz ancak yükümlülüklerini yerine getirmeli” diye konuştu. (11.01.2011)
- KKTC’de bazı sendikalar, muhalefet partilerinin de desteklediği bir miting yaptı. Mitingde, CTP bozuntusu, kışkırtıcı bir grup “’Türkiye buradan çek git. Ne seni ne paranı, ne askerini istemiyoruz’ pankartlarıyla, açıktan Türkiye düşmanlığı yaptı. Başbakan Erdoğan, buna özde haklı, üslupta haksız sert tepki gösterdi. (28 Ocak 2011)
- Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu; Türkiye’ye, Kıbrıs sorununa kapsamlı çözüm bulunmasına somut katkıda bulunması ve Kıbrıs’tan askerlerini hemen çekmeye başlayarak müzakereler için uygun havanın oluşması,
Mağosa’nın tellerle çevrili herhangi bir bölümüne, kendi sakinleri haricinde yerleşim yapılması girişimlerinin durdurulması ve bölgenin BM idaresine verilmesi,
Kayıp Kişiler Komitesi’ni desteklemeyi artırması, bu konuda araştırmalar yapılması için kuzeydeki askeri bölgelere girişi kolaylaştırması, Avrupa Konseyi-Türkiye İşbirliği Anlaşması Ek Protokolü’nü Türk hükümetinin tam olarak uygulaması için çağrıda bulundu. (10.02.2011) Bilindiği 24 Nisan 2004 Referandumunda, Türkler evet, Rumlar hayır demiş; AB böyle bir durum vaki olursa KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılacağına dair verdiği sözü tutmamıştı. Buna rağmen 29.07.2005’de Türkiye bu Ek Protokolü imzalamış, böylece Rumlara ait olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Adanın bütününü temsil eden resmi hükümeti olduğunu kabul etmişti.
***
Buradaki taleplerin hiçbiri yeni değildir. AB, ABD ve batılı güçlerin Kıbrıs’ı bütünüyle ” Elenleştirmek “ için uğraştıklarını biliyoruz. Bu malum da Türkiye, Kuzey ve Güney Kıbrıs ve AB Parlamentosunda böylesine saldırıların son bir ay içinde meydana gelmesine tesadüf diyebilir miyiz?
Bunun üzerinde ciddiyetle durulması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de hep geçmişteki ve bugünkü olaylar üzerinde tartışıldığını görüyoruz. Yaşananlara bakıp geleceği okumaya, ufku görmeye çalışmak gibi gayretler, ya kısır, ya da son derece azdır. Halbuki bugünkü dünyada, devletler arası köklü meseleler, belli hedeflere ulaşmaya göre yapılmış planlara dayanmaktadır. Siyaset mühendisliği, eskiye bakarak büyük önem kazanmıştır.
Kıbrıs konusundaki bu yoğunlaşmaya bakarak geleceği görmeye çalışalım. Bir senaryo yazalım.
1) Mart ayında Avrupa Birliği Parlamentosu, yukarıda bahsi geçen Komisyon’un Türkiye kararını onaylayıp, üslubunu belki de daha sertleştirebilir,
2) KKTC’de Türkiye aleyhtarı gelişmeler yaygınlaşabilir,
3) Yine Mart ayında PKK, teröristbaşıyla yapılan anlaşmaya uyulup uyulmadığını; “özerk Kürdistan”ın kurulması, seçimlerden sonra yapılacak anayasada Türk kimliğinin çıkarılması, yerel dillerde eğitim yapılması gibi iki dili-iki kimlikli bir devlet rejimine gidilip gidilmeyeceğine göre, terör eylemlerini yönlendirebilir,
4) İsrail ile çok yönlü, sürdürülebilir anlaşmalar yapan Yunanistan’ın Ege, Patrikhane ve Papaz Okulu meselesinde, Rumlar Kıbrıs’ta tansiyonu yükseltecek hareketlere girebilir,
5) Mısır olaylarının bölgeyi etkileyerek, endişe verici ciddi bir kargaşa ortamının doğması ile emperyalist güçlerin bölgede daha aktif hale gelmesi mümkün olabilir,
Bunun gibi Türkiye’yi zor durumda bırakabilecek muhtemel gelişmelerin olabileceğini düşünmek, gerekli tedbirlere yönelmek doğru olmaz mı?
Bilhassa ülkemizi daha büyük boyutlu rahatsızlıklara sürükleyebilecek, ülke içinde siyasetin ideolojik, sorumsuz ve maceracı uygulamalar, Türkiye’yi çok daha zora sokabilir. Çünkü iç kargaşadan, dış meselelere ayıracak vakit olmayabilir.
Unutmayalım ki, sadece ülkemizin değil, bölgemizin geleceği de çok karanlıktır.