Bazı insanlar vardır ki, isimleri söylendiğinde temsil ettikleri davaları da akla gelir. Çünkü bu insanlar, mücadele ettikleri millî davaları ile özdeşleşmişlerdir.
İsa Yusuf Alptekin denince, Doğu Türkistan’ın, Osman Batur denince Hızırbek Gayretullah’ın akla gelmesi gibi…
Necdet Koçak, Ata Hayrullah denince nasıl Kerkük akla geliyorsa, Nefi Demirci adını duyduğumuzda da “Kerkük Meselesi” hatırlanır hemen.
Daha genç yaşta iken, okumak amacıyla ata topraklarını terk ederek Türkiye’ye gelen “Türkmen emekçisi” Nefi ağabey, 1934 yılında Kerkük’ün Çay mahallesinde dünyaya gelmiş.
Nefi Bey’in dedesi Hıdır Lütfi Bey bir Osmanlı subayı idi. İstiklal Harbi’nde yaralanan Hıdır Lütfi Bey’in Mevlana’nın soyundan olduğu söylenir. Nitekim Nefi Bey’in ailesinin 1045 yılında Konya’dan Kerkük’e gelip yerleşen Şeyh Kemal’in ailesine mensup olduğu bilinmekte.
Türkiye’de subay olan oğluna yazdığı bir mektup nedeniyle 1938’de “gizli örgüt kurmak” ve “Turancılık” suçlamalarıyla önce idama daha sonra hapse mahkûm edilen şair Hıdır Lütfi’nin torunu olan Nefi Demirci’nin amcasının oğlu Dr. Rıza Demirci, Necdet Koçak, Adil Şerif ve Abdullah Abdurrahman ile birlikte 1980’de Saddam rejimi tarafından idam edilmiştir. Sürekli baskı ve zulüm altında yaşam süren merhum Demirci amcasının öldürülmesini şöyle anlatıyordu: "Amca oğlum Rıza Demirci, 1980'de Saddam'ın gizli polisi tarafından gözaltına alındı. Orman Bakanlığı'nda müsteşardı, Orman Fakültesi'nde de hocaydı. Cesedine bile ulaşamadık. Ailemiz darmadağın edildi. Ailece çok baskılar yaşadık, acı günler gördük"
Ben bir yaşıma girdiğimde İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitiren Nefi Bey, 1960 yılında ülkesine geri dönmüş. Ne var ki bu durum çok kısa sürer ve 1967’de tekrar Türkiye’ye döner. Çünkü 1959 katliamından sonra Türk gibi yaşamanın mümkün olmadığı ata topraklarında yaşanan dramı birilerinin anlatması gerektiğine karar vermiştir.
Her Türkmen gibi o da Ankara’dan umutludur. İhtisasını tamamlayarak doktorluk vazifesine başlayan Nefi Bey, aynı yıl 1959 yılında Enver Yakupoğlu ve arkadaşları tarafından kurulan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’ni Remzi Doğuelli’nin uzattığı bir ÇANTA İÇİNDE devralır. Çantanın içinde derneğin defterleri, para makbuzu, derneğin mührü, tüzüğü vardır.
1978 yılına kadar dernek başkanlığı görevini sürdüren Nefi Demirci 1960 yılından bugüne kadar geçen 65 yıllık süre içinde yaptığı mücadele ile “Kerkük emekçisi” ünvanını kazananlar safında yer almıştır.
O’nun 1970-73 döneminde arkadaşlarıyla birlikte yayınladığı “Kerkük Bülteni”, elden ele gizlice okunuyor, okurken yakalananlar yargılanıyorlardı. İşin en acı olan tarafı ise Ankara’nın iki ülke ilişkilerine zarar verdiği(!) gerekçesiyle “Kerkük Bülteni”nin yayınlanmasına gizli yasak getirmesi olmuştu.
Türklüğe hizmetin ne kadar zor ve çetin olduğu hakikatini yaşayan Nefi Demirci ve dava arkadaşları, Ankara’dan yedikleri bu darbeyi dillendirememiş, bu utancın gözyaşlarını İzzettin Kerkük ile birlikte, Enver Yakupoğlu ile birlikte sessizce yüreklerine akıtmışlardı…
Bu dava adamı tam 90 yaşında iken, hâlâ “Men bir Türk’üm, denim cinsim uludur” diyerek vefatından bir iki gün önce Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Kerkük yerine Erbil’i tercih edince “Kerkük’üm yine öksüz, Türkmenim yine yetim bırakıldı” diye gözyaşı dökmeye devam ediyordu…
Hayata gözlerini yumduğu son saatlere kadar hâlâ on yaşındaki Kerkük kızına hediye etmek için Kerkük kitaplarını yanında getirdiği poşette taşımaya devam etmişti…
Kimi zaman bir “delikanlı” kimi zaman bir “dede” kimi zaman da bir “Ak Sakallı” olarak ön saflarda hizmet etmeyi devam ettiriyordu.
30’un üzerinde ulusal ve uluslararası etkinliklerde Irak Türkmen davasını temsil eden Türkmeneli İnsan Hakları Derneği’nin kurucu başkanı Nefi ağabeyin yayımlanmış 5 eseri, 2 süreli yayını bulunuyor.
O’nu her gördüğümde “nasılsınız ağabey” dediğimde, “Nasıl olacak İsmailciğim, Kerkük’ten her gün kötü haberler geliyor, ne olacak bu durum, nereye gidiyoruz, kim bizim derdimize derman olacak” diye dert yanar. Bazen takılırım kendisine “Nefi Amca ben sizin sağlınızı sordum” derim. O da “İsmailciğim sen bir çanta gibi İsa beyin (İsa Yusuf Alptekin) yanında dolaştın durdun. Hiç kendi derdinden dert yandın mı?” der ve kızar bana…
“Kerkük’ü hiç unutamadım, hiç unutmadım… Bu yaşıma kadar gecem de, gündüzüm de Kerkük oldu, gözümü kapayıncaya kadar, son nefesimi verinceye kadar da Kerkük ile yatıp kalkacağım… İnan geceleri uyuyamıyorum… Gözümün önünden 1959 sonrası hapishanelerde gördüklerim gitmiyor… Karakollarda ağababam Hıdır Molla’ya reva görülenler gözümün önünden gitmiyor… Her gece Kerkük’te dolaşıyorum, Her gece Musalla mahallesinde, Çay mahallesinde dolaşıyorum. Kerkük benim içimde yanan bir kor ateş… Kerkük benim bir parçam…” diye dert yanıyordu karşılaştığı her dostuna…
En son olarak; Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın 20 yıldır sürdüregeldiği Türk Dünyası Çocuk Şenliği kapsamında düzenlenen yürüyüşte ve sonrasında İstanbul Kültür A.Ş.’nin mekanında, Nefi Demirci’nin sergilediği mücadele azmini, çocukça heyecanını gördüğümde Nefi Demirci’ye olan sevgimiz, saygımız bir kat daha artmıştı.
Sevgili Türkmen kardeşimiz Ali Avcı, 24 Nisan Çarşamba akşamı telefon açarak “İsmail ağabey, Nefi amcayı biraz önce kaybettik” dediğinde nutkum tutuldu. En son dava arkadaşı Hızırbek Gayretullah’ın ölümünün 2’nci yılı dolayısıyla anma toplantısı ve iftar yemeği bilgisini vermek için aramıştım. O gün kendi yazısının da yer aldığı “Gayretullah Armağanı” kitabını takdim edecektim. Nasip olmadı.
Ömrünü Türkmeneli davasına adayan, Türk Dünyasının derdini dertlenen, Türklük için gözyaşı döken Türkmeneli İnsan Hakları Derneği kurucu başkanını ebediyete uğurluyoruz. Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Türk Dünyasının başı sağ olsun.