İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada Sinan Ateş suikastı, ekonomik kriz ile birlikte artan enflasyon, ormanların talan edilmesi ve İsveç''te Kur''an-ı Kerim yakılması başta olmak üzere gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Meral Akşener Sinan Ateş''in başkent Ankara''da suikasta kurban gitmesinin ardından faillerin ortaya çıkartılmamasına tepki gösterdi. Meral Akşener, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan''a da Sinan Ateş için çağrıda bulundu.
Akşener, "Hani Dicle''nin kenarında, kurdun kaptığı koyun bile senin mesuliyetin altındaydı?... Madem öyle mesuliyet senin Sayın Erdoğan! Dicle’nin kenarında değil, başkentin göbeğinde, aşağılık bir suikastla, bir vatan evladına kıydılar! Üstelik bunu, herkesin gözü önünde yaptılar! Ve şimdi de devletin gücünü kullanarak gerçek failleri, örtbas etmeye çalışıyorlar! Sen bostan korkuluğu musun? Görevini yerine getir Erdoğan!" diye konuştu.
"İSVEÇ HÜKÛMETİNİN BU DURUMA YOL VERMESİ KABUL EDİLEMEZ BİR ACİZLİKTİR"
Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Sözlerimin başında;
Geçtiğimiz günlerde, İsveç’teki büyükelçiliğimizin önünde yaşanan,
ahlaksız hadiseye ilişkin, birkaç noktaya, değinmek istiyorum.
Öncelikle;
Kutsal kitabımız, Kuran-ı Kerim’i yakmaya çalışarak, değerlerimize saldıran,
bu vandallık, bu barbarlık, bu düşmanlık;
dünyanın hiçbir yerinde, fikir hürriyeti olarak, pazarlanamaz.
Bu; düpedüz bir nefret suçudur!
İsveç hükûmetinin, “insan hakları” kisvesiyle,
bu duruma, yol vermesi ise;
asla ve asla, kabul edilemez bir acizliktir.
Bu acizliği, bir kez daha, şiddetle kınıyorum!
Tarihin, hiçbir döneminde;
Dini, vicdani ve fikri özgürlüklere yapılan saygısızlık,
“İnsan hakkı” olmamıştır, olamaz!
Tarihin, hiçbir döneminde;
maneviyatı hedef alan,
nefret söylemi de, nefret eylemi de,
“İnsan hakkı” olmamıştır, olamaz!
Tarihin, hiçbir döneminde;
Zorbalığa, hoşgörü ile yaklaşmak,
“İnsan hakkı” olmamıştır, olamaz!
“İKTİDARIN, YAPMASI GEREKEN, “DOSTLAR ALIŞVERİŞTE GÖRSÜN” ANLAYIŞININ, ÖTESİNE GEÇMEKTİR”
Biz, İYİ Parti olarak;
bu iki yüzlülüğü, reddediyoruz!
İnsan haklarının;
şiddete, terörizme, ırkçılığa ve nefret suçuna,
paravan edilmesini, reddediyoruz!
21’inci yüzyılda, ortaçağ zihniyetini yansıtan, bu ahlaksızlığı;
dünyanın, neresinde olursa olsun, reddediyoruz!
Yalnız, meselenin, önemli bir yanı daha var:
Türkiye’de, hemen her kesim;
siyasetin, her renk ve düşüncesi;
benzer bir şekilde, bu eylemi reddediyor.
Bu konuda, ülkemizdeki tüm toplumsal kesimler;
yekvücut olarak, tepki gösteriyor.
Ama;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten, bir iktidar,
böyle ciddi bir konuda;
sadece eleştiriyle, göstermelik tepkilerle yetinemez.
Siyaset üstü gördüğümüz, bu tip konularda;
iktidarın, yapması gereken,
“dostlar alışverişte görsün” anlayışının, ötesine geçmektir.
Devleti yönetenler, bu sorumlulukla,
ve yetki sahibi olmanın, ciddiyetiyle hareket etmek, zorundadır.
Yani, esas hedef,
bu tip eylemlerin tekrarlanmasını, önlemek olmalıdır.
"İÇ POLİTİKA İÇİN, SİYASİ RANT DEVŞİRMEYİ TERCİH EDİYORLAR"
Ama maalesef;
Sayın Erdoğan ve arkadaşları, bu tarz konularda, genellikle;
“Oh ne güzel! Seçim için malzeme çıktı…” diye, sevinmeyi tercih ediyorlar.
İç politika için, siyasi rant devşirmeyi tercih ediyorlar.
Bol bol gürültü çıkartmayı,
ama iş icraata gelince, arazi olmayı tercih ediyorlar.
Hatırlayın;
biz bu oyunu, daha önce,
2017’deki, referandum sürecinde yaşamıştık.
O zaman düşman, Hollanda’ydı.
Ama iktidarın zihniyeti, yine aynıydı.
Partililerine, portakal kestirerek,
Hollanda ile, çetin bir mücadeleye girişmişlerdi.
O zaman da, referandumdan istediklerini almak için,
işi, hamaset şovuna dökmüşlerdi.
Çünkü bu iktidar için;
Seçim kazanmak, ülkemizin itibarını korumaktan, daha önemli.
Çünkü onlar için;
Gürültü çıkarmak, devlet ciddiyetiyle, meselenin gereğini yapmaktan, daha önemli.
Çünkü onlar için;
Şov yapmak, milletimizin maneviyatına sahip çıkmaktan,
çok daha önemli…
Artık çok açık şekilde anlıyoruz ki, iktidar;
bu konuda, kalıcı ve somut adımlar atmaya, kesinlikle niyetli değil.
O halde biz, İYİ Parti olarak, bir adım atıyoruz.
Üstelik bu adım,
İsveç Savunma Bakan’ının, ülkemize gelişini ertelemekten,
veya yandaş kanallarda, mizansenler yazmaktan,
çok daha, sonuç odaklı bir adım.
"İSVEÇ’TE, İYİ PARTİ GÖNÜLLÜLERİMİZDEN BİR GRUBU, HAREKET GEÇİRDİK"
Az önce de söyledim:
Bu aşağılık eylem, fikir özgürlüğü olarak pazarlanamaz.
Nitekim bunu, sadece biz değil;
İsveç’in de taraf olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de söylüyor.
Sözleşme kapsamında, bu şekilde korunan bir özgürlük yok.
Yani;
İsveç hükûmeti, bu eylemi engellememekle,
ve üstüne üstlük, yapılmasına müsaade etmekle;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yükümlüklerini de,
ihlal etmiş bulunuyor.
Dolasıyla, bu tablo karşısında biz de;
İsveç’te, İYİ Parti gönüllülerimizden bir grubu, hareket geçirdik.
Cuma günü, Stokholm’deki bir yerel mahkemede,
failler hakkında, suç duyurusunda bulunacağız.
Bu nefret suçunun gerçekleşmesine, yol verdiği için,
İsveç hükûmetini, yargıya şikâyet edeceğiz.
Ve nihai olarak, bu davayı,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin,
ilgili maddeleri kapsamında açacağız.
Bu haklı hukuk mücadelemizin, nereye varacağını,
önümüzdeki süreçte, hep birlikte göreceğiz.
Tüm iç hukuk yolları, tüketildikten sonra,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecek.
Ve inanıyoruz ki;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, bizi haklı bulacak.
Eğer, bu hedefimize ulaşırsak,
İsveç’in, kendi iç yasalarını, yeniden tanzim etmesine,
ve bu yöndeki eylemlere,
bir daha, müsaade etmemesine, vesile olacağız.
İşte örnek yol budur!
İşte diplomasi budur!
İşte devlet aklıyla hareket etmek,
devlet ciddiyetiyle, ülke yönetmek budur!
"YANİ, SAYIN ERDOĞAN’IN, EN SEVMEDİĞİ KONULAR"
Biz İYİ Parti olarak, ilk seçimler sonucunda,
Türkiye’nin yönetimini, devralacağımızın,
bilinci ve sorumluluğuyla, bu yolu açıyoruz.
Gerçekten samimilerse, iktidar ile ortaklarının da,
başvurumuza, destek vermelerini bekliyoruz.
Gelin görün ki, açıkçası;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, uygulamamakla övünen;
hatta iç mahkemelere, bu kararların uygulanmaması için,
talimat yağdıran, Sayın Erdoğan’ın;
hukukun üstünlüğü kavramı üzerinden kurgulanan,
bu diplomasi atağını, anlayabileceğini bile zannetmiyorum.
Düşünebiliyor musunuz?
İçinde, hem hukuk var, hem de diplomasi…
Hem demokrasi var, hem de insan hakları…
Yani, Sayın Erdoğan’ın, en sevmediği konular…
Ama şükürler olsun ki;
Türkiye’nin, keyfe keder yönetildiği günlerin, artık sonuna geliyoruz.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın;
İYİ Parti iktidarında, Türkiye’nin diplomatik üstünlüğünün,
hukuka saygısı ile, eş zamanlı olarak gelişeceği günlere, çok az kaldı!
O sene, bu sene!
"BENGİSU VE BANUÇİÇEK KIZLARIMIZIN, GÖZ YAŞLARININ YÜZÜSUYU HÜRMETİNE, DEVLETİN DEVLETLİĞİNİ, YARGININ DA, SORUMLULUĞUNUN GEREĞİNİ, YAPMASINI BEKLEDİM."
Aziz milletim;
Bildiğiniz üzere, 30 Aralık Cuma günü;
Başkent Ankara’mızın göbeğinde, gencecik bir akademisyenimize,
Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı, Sinan Ateş’e karşı,
aşağılık bir suikast düzenlendi.
Daha önce de, bu kürsüden dile getirdiğim gibi,
ilk günden beri, yakından takip ettiğim, bu elim olaya,
Ateş ailesinin, talebi üzerine, siyaseti bulaştırmak istemedim.
Güvenlik güçlerimizin,
olayın aydınlatılması için,
ellerinden geleni, yapacağına inandım.
Bengisu ve Banuçiçek kızlarımızın,
göz yaşlarının yüzüsuyu hürmetine,
devletin devletliğini,
yargının da, sorumluluğunun gereğini,
yapmasını bekledim.
Ancak, suikastin üzerinden geçen, 26 günün ardından;
görüyorum ki;
Bu olay, artık aileyi aşmış,
ve devlet yönetiminde ciddiyetin, ne denli kaybolduğu,
bir kez daha, gözler önüne serilmiştir.
Ülkemizde, can güvenliğinin, hukukun ve adaletin,
ne denli tahrip edildiği,
bir kez daha, karşımıza çıkmıştır.
Devletin, dört bir yanını saran;
mafyalar, simsarlar, tefeciler, uyuşturucu kaçakçıları,
gün gibi, ortalığa saçılmıştır.
"MADEM ÖYLE;MESULİYET SENİN SAYIN ERDOĞAN!"
Düşünebiliyor musunuz?
Aşağılık suikastin üzerinde, birçok soru işareti varken;
Toplum vicdanı, atılan her şaibeli adımla, yara alırken;
Milletimiz, devletini, topyekûn göreve çağırırken;
Adım atan, tek bir makam bile yok!
Yazıklar olsun!
Sayın Erdoğan!
O hâlde, ben de sana soruyorum:
Senin, yönettiğini iddia ettiğin, ama belli ki yönetemediğin,
bu devletin içinde, neler dönüyor?
Söyler misin;
Bu nasıl bir ciddiyetsizliktir?
Bu nasıl bir yönetim boşluğudur?
Bu nasıl bir lakaytlıktır?
Hani Dicle''nin kenarında, kurdun kaptığı koyun bile,
senin mesuliyetin altındaydı?...
Madem öyle;
mesuliyet senin Sayın Erdoğan!
Dicle’nin kenarında değil, başkentin göbeğinde,
aşağılık bir suikastle, bir vatan evladına kıydılar!
Üstelik bunu, herkesin gözü önünde yaptılar!
Ve şimdi de, devletin gücünü kullanarak,
gerçek failleri, örtbas etmeye çalışıyorlar!
Her zaman olduğu gibi, yine savcılar değişiyor!
Her zaman olduğu gibi, yargı yine bir sopa olarak kullanılıyor!
Her zaman olduğu gibi, yine bir katil dışarıda geziyor!
Sen, bostan korkuluğu musun Sayın Erdoğan?
Kendine gel!
Bu nasıl bir yargı sürecidir?
Bu nasıl bir hukuk devletidir?
Bu nasıl bir devlet yönetimidir?
Biz;
Adaleti, mülkün temeli sayan, bir devlet anlayışına sahibiz!
Biz;
Haksızlık karşısında susanı, şeytan bilen bir milletiz!
Biz;
“Bir cana kıyan, bütün insanlığın, canına kıymış gibi olur.”
buyuran, yüce bir dinin mensubuyuz!
Biliyorum, sen, kerim devlet anlayışımızdan, nasibini alamadın.
Görüyorum, milletimizden de koptun gittin.
Ama artık, maneviyatını da mı unuttun, Sayın Erdoğan?
Vicdanını da mı unuttun?
Ahireti de mi unuttun?
Şimdi bizim, bu rezalete susacağımızı,
çevrilmek istenen dümenleri kabulleneceğimizi,
Sinan Başkan’ı unutacağımızı zannediyorsan, çok yanılıyorsun!
Susmayacağız!
Kabullenmeyeceğiz!
Unutmayacağız!
Gerçekler ortaya çıkana kadar,
bu olayın peşinde olacağız!
Bunu da böyle bilesin.
"PALAVRANIN BİNİ BİR PARA…"
Aziz milletim;
Devletin her alanından, alarm sesleri yükselirken;
ekonomimizin de, Bay Kriz ve arkadaşlarıyla imtihanı,
hız kesmeden devam ediyor.
Bu arkadaşlarımız, hâlâ daha;
televizyonlara çıkıp, utanmadan sıkılmadan;
“Türkiye’nin yıldızı, her geçen gün daha da parlıyor.” diyebiliyorlar.
Hâlâ daha;
Nebati Bakan, çıkıp;
“Kasım’da enflasyonun, boynunu kırdık.
Aralık’ta, belini kırdık.
Şimdi devamı gelecek.
Bundan sonra, enflasyonla mücadelede,
en rahat alandayız.” diyor…
Palavranın bini bir para…
Hem, enflasyonla mücadeleden, söz ediyor;
Hem de;
"Türk Lirası''nı, değerli hale getirirseniz;
sanayi yavaşlar, işsizlik olur.
Türk Lirası''nı değersiz hâle getirirseniz ise, bunun tam tersi olur." diyor.
Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Böyle bir cahillik, böyle bir iş bilmezlik olabilir mi?
"YAŞASIN ENFLASYON! DEMENİZ GEREKİR"
Muhteremler;
Hem enflasyonla mücadeleyi,
hem de, Türk Lirası’nı, değersiz hâle getirmeyi,
aynı anda hedefleyemezsiniz.
Birinden birini, öncelemeniz gerekir.
Eğer ki, Türk Lirası’nın, değersiz olmasını savunuyorsanız;
“Yaşasın enflasyon!” demeniz gerekir.
Ki zaten siz, düpedüz bunu savunuyorsunuz.
En azından dürüst olun.
Hadi, açık açık söyleyin.
Hadi gidin;
“Yaşasın enflasyon!” yazan, enflasyon canavarlı tişörtler bastırın.
“Yaşasın yoksulluk!” yazan, billboardlar yaptırın.
“Kahrolsun zenginlik, yaşasın fakirlik!” yazan broşürler yaptırın.
Dürüstçe çıkın ve deyin ki;
“20 yılın sonunda, bizim, Türkiye ekonomisi için, bulduğumuz çözüm budur:
Biz, milletimize, zenginliği çok görüyoruz ve “Yaşasın enflasyon” diyoruz.”
Deyin de, kurtulun.
İtiraf edin de, rahatlayın.
Milletimize de, daha fazla;
Bizzat kendinizin azdırdığı,
“enflasyonla mücadele ediyoruz” yalanını söylemeyin.
Ayıptır günahtır.
"VALLAHİ, GÖZLERİNİZDEKİ IŞILTIYA HİÇ ALDANMAZ"
Bu vesileyle, sizlerin aracılığıyla, Nebati Bakan’ı şimdiden uyarıyorum:
Fazla ve büyük konuşmayın, Sayın Bakan.
Rahata da fazla alışmayın.
Hatta, patronunuza da, fazla güvenmeyin.
Asla unutmayın:
Ekonomimizdeki tahribat konusunda,
Bay Kriz’in, ilk suç ortağı, siz değilsiniz.
Beceriksizlikte dünya lideri olmak, kolay değil…
Tek başına, böyle büyük bir başarısızlığa imza atmak, hiç kolay değil.
Emin olun, Bay Kriz, sizler olmadan, bunu başaramazdı.
Ama malum, artık yolun sonu geldi…
Sandık, artık ufukta göründü.
Millete hesap verme gününe, artık çok az kaldı!
Şimdiden, valizinizi toplamaya,
masanızı boşaltmaya başlarsanız, iyi edersiniz.
Çünkü milletin, Bay Kriz’e, sandıkta çıkartacağı fatura karşısında,
ihaleyi üzerine yıkacak, biri lazım olacak.
Vallahi, gözlerinizdeki ışıltıya hiç aldanmaz.
O ihaleyi anında size yıkar, affetmez.
Bir bakarsınız, Instagram’dan paylaşmak üzere,
duygusal bir metin kaleme alıyorsunuz....
Benden söylemesi…
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidarın, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.” anlayışından,
zerre nasibi alamayışının, yansımalarını,
cennet doğamız üzerinde de görüyoruz.
"SAYIN ERDOĞAN VE YANDAŞLARININ, KIYMAKTAN YORULMADIĞI ZENGİNLİKLERİMİZ..."
“Doğayı kirlet ki; sermaye yaşasın.”;
“Ormanı katlet ki; yandaş yaşasın.”;
“Köyü yok et ki; müteahhit yaşasın.” diyerek,
en önemli ziynetlerimizi, mahvediyorlar.
Sayın Erdoğan ve yandaşlarının, kıymaktan yorulmadığı zenginliklerimiz;
maalesef, bir kişinin, iki dudağı arasına terkedilmiş, keyfi kararlarla,
hızla yağmalanıyor.
Evlatlarımıza devretmek üzere,
atalarımızdan miras aldığımız, cennet doğamızı,
koruyup kollamak yerine, talan etmeyi seçiyorlar.
Dünya, iklim krizinin etkilerini, azaltmak için, yeni yollar ararken;
Sayın Erdoğan ve yanından ayırmadığı, rant şebekeleri,
âdeta, iklim krizine, davetiye çıkarıyorlar.
Orman köylerine de, sadece, “oy deposu” olarak bakıyorlar…
Ormanlarımızın varlığını ve köylülerimizi düşünmeden,
sorumsuzca hareket ediyorlar.
Ancak biz düşünüyoruz.
Ormanlarımızın varlığını korumanın, sadece bir vatandaşlık görevi değil,
aynı zamanda, bir insanlık görevi;
aziz ve kahraman ecdadımıza karşı da,
bir vefa borcu olduğunu biliyoruz.
Orman köylülerimizin sesini, duymayı ve duyurmayı da,
milletin avukatı olarak, asli sorumluluklarımızdan, biri olarak görüyoruz.
Nitekim, tam da bu nedenle;
Bugün, Milletin Kürsüsü’nde,
orman işçilerimizin ve orman köylülerimizin sesini,
tüm Türkiye’ye duyuracağız.
Onlar konuşacak;
İktidar dinleyecek.
Onlar anlatacak;
Saray dinleyecek.
Onlar isteyecek;
Türkiye dinleyecek.
"GENÇLERİN OY KULLANMASINDAN KORKUYORLAR"
Seçim tarihini 14 Mayıs olarak açıkladı. Yani yine yeniden bir erken seçim yaşayacağız.
Bu bariz bir erken seçimdir.
Neden böyle yaptılar biliyor musunuz.
Çünkü gençlerden korkuyorlar.
Gençlerin oy kullanmasından korkuyorlar.
Gençlerin onları sandığa gömeceklerini çok iyi biliyorlar.
Çünkü gençlerin onları sandığa gömeceklerini biliyorlar.
Okulların açık olduğu hatta sınavların olduğu bir dönemde seçim yapmak oy kullanmayın demektir.
Birçok öğrencimizin oy kullanmak için memleketlerine gidip oy kullanacakları bir durumu yok.
Sevgili gençler artık merak etmeyin biz varız artık İYİ Parti var.
Bu tezgahı da bozacağız.
Çok seviyoruz tezgahları bozmayı.
Kurulduğumuz günden beri uzman olduk.
Bu planların tamamını boşa çıkartacağız.
Bu zekasızlığa elbette önlem alacağız.
Bu nedenle ister şehir içinde ister şehir dışında otursunlar,
gençlerimizin bulundukları şehirde oy kullanabilmesi için
atmaları gereken adımları tek tek anlatacağız bilgilendireceğiz.
Gençlerimizin haklarından mahrum bırakılmasına asla müsaade etmeyeceğiz.
Gençlerimizin bulundukları şehirlerde oy kullanmaları için
atmaları gereken adımlara dair onları tek tek bilgilendireceğiz.
Başvuru günlerini kaçırırsa siyasi görüşlerine bakmaksızın
ikametgahlarının bulunduğu şehre oy kullanmak için geri götürülmelerini,
oy kullandıktan sonra geri getirilmelerini biz sağlayacağız."